İbn Acibe, Nur suresinin 35. âyetinin tefsirinde nurları şöyle tanıtır: Eğer nurla, kulluk hükümlerinden zâhirî ameller aydınlanıp ortaya çıkıyorsa, ona, “İslâm nuru” denir. Eğer nurla, delil yoluyla Allah’ın yüce zâtına ve kemaline ait vasıflar ortaya çıkıyorsa, ona, “iman nuru” denir. Eğer nurla, müşahede yoluyla, Cenâb-ı Hakk’ın zâtının hakikati ve sırları ortaya çıkıyorsa, ona, “ihsan nuru” denir.
Birincisi (İslâm nuru), yıldızın ışığına benzer. İkincisi (iman nuru), kamerin ışığına benzer. Üçüncüsü (ihsan nuru) ise, güneşin ışığına benzer; bunun için sufiler, durumlara göre, “İslâm yıldızı”, “iman kameri” ve “irfan güneşi” tâbirlerini kullanırlar.”4
Nur ile ziya (ışık, aydınlık) arasında fark vardır. Nur, asıldır; aydınlık (ziya), ona tâbidir. Nur, kaynaktır; ziya, ondan yayılan ışıktır. Bunun için yüce Allah’a “'en-Nur” denir; fakat “ziya” denilmez.5 Allah Teâlâ, nurun nurudur; yani bütün nurların kaynağı, yaratanı ve dağıtanıdır.
Her iki nur çeşidini yaratan yüce Allah’tır. Allah bütün nurların, ışıkların, aydınlıkların, hayat sebeplerinin ve hareketlerin yaratıcısıdır. Asıl hayat kaynağı odur. Bunun için yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri de “en-Nür”dur.6