İçimizdeki Ermeni sözleri ve alıntılarını, İçimizdeki Ermeni kitap alıntılarını, İçimizdeki Ermeni en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Söylenecek sözün çokluğu bazen insanı dilsiz bırakır. Tıkanır kalırsınız. Haklılığın suskunluğu, diğer suskunluklara benzemez ; düğümü zor çözülür..."
Çokkültürlülük böyle bir şey; kimsenin kökeni irdelenmemeli, din ayrımcılığı yapılmamalı, töreleri, ritüelleri yasaklamaya kalkmamalı, kültür alanlarına baskı uygulanmamalı...
"1915'in üzerinden koca bir yüzyıl geçtiğine göre, artık öncelikle Türk ya da Ermeni değil, önce insan olduğumuzu hatırlamanın, özellikle de dilimizi nefret söyleminden ve milliyetçiliğin o öfkeli heyecanlarından arındırmanın zamanı gelmedi mi?"
❝
“Öldürülenler, biz onlardan sonra bir kaç kelime fazla söyleyebilelim diye öldüler. Dilimizdeki kilit çözülsün diye, dilsizi olduğumuz hakikatler içimizi daha fazla kavurup yakmasın diye.. “
❞
İzmir’de şehrin ortasındaki, İzmir Uluslararası Fuar Alanı olan bu dev boşluğun nereden kaynaklandığını merak etmek hiç aklıma gelmemişti ... Şehirlerdeki o güzel, eski binaların sahiplerinin neden, ne zaman gittiklerini; Anadolu’daki o şahane kiliselerin ziyaretçilerinin ne olup da birden yok olduklarını; bir zamanlar burada olanların bugün niye olmadığını sormamak, sormayı akıl etmemek her "Türk” çocuğunun bilmeden geçtiği bir eğitimdir oysa. Yine de Fuar, benim için hâlâ “elektrik kabloları yüzünden çok yoran” bir yer olmaya devam etti yıllarca. İlk bilgiler, ne kadar saçma olurlarsa olsunlar düzeltilmeye dirençliler. Öğrenilmiş unutma ve meraksızlık öyle kolay tedavi edilecek şey değil, tedavi olmaya en gönüllüler için bile. Dolayısıyla İzmir’in ortasındaki o kocaman boşluğun yerinde bir zamanlar Ermeni ve Rum mahallesi olduğunu, o mahallenin yakılarak yok edildiğini öğrenmek... İnsan öğrenilmiş körlüğünü ortadan kaldırmak için çok çabalamalı, çok!
Tam isim aramaktan vazgeçecekken Zabel’in aklına müthiş bir fikir geliyor.
"Benim ismim çaydanlık olsun,” diyor, “seninki de sürahi.
”Kendimizi çimenlerin üzerine atıp katıla katıla gülüyoruz.
O susmuyor:
“Benim soyumun ismi patlıcan olsun; seninkinin patates.”
Gözlerimizden yaşlar geliyor.
Biz iki çocuğuz.
Birimiz daha ilkokul öğrencisi; diğerimiz ölü.
O çırılçıplak; ben önlüklü.
Avaz avazız.
Bir o bağırıyor, “Patlıcan soykırımı!”
Bir ben bağırıyorum, “Ne mutlu patatesim diyene!”
Taklalar atıyoruz çimenlerin üzerinde.
Sonra yoruluyoruz. Ne de olsa çocuğuz. Uykumuz da geliyor.
O çırılçıplak; benim üzerimde önlük.
Aramayın bizi, biz kırlarda mutlu öldük.
"1915'in üzerinden koca bir yüzyıl geçtiğine göre, artık öncelikle Türk ya da Ermeni değil, önce insan olduğumuzu hatırlamanın, özellikle de dilimizi nefret söyleminden ve milliyetçiliğin o öfkeli heyecanlarından arındırmanın zamanı gelmedi mi?"
Hrant içtendir. Sahicidir. Baştan sona demokrat olup son kerte paylaşımcı bir “deli fişek”tir... Türkiye sevdalısı Hrant, “vatan haini” diye mahkemeye verildi darbe hükmü gereğince. Yurtdışına gidebilirdi, gitmedi, “Bu memleket benim memleketim,” diye diye... Agos'un önünde bir “aydınlar toplantısı” yaptık, “Hrant’ımızı vermeyiz,” diye diye... Derken bir tuzak: Güm güm güm! Hevesle içinde çalıştığı gazetesinin binasının tam önünde yüzükoyun yatmakta; kıyıma emir verenler bilinirken hala daha bilinemiyormuşlara getirileceğini bile bile sanki...
"Devletler nezdinde elbette insan hikayelerinin fazla bir ehemmiyeti yok. Varsa yoksa sloganlarla bezeli tezler ve hayatını kaybedenlerin indirgendiği istatistiki rakamlar."
Yüzyıllarca birlikte yaşadığımız, mahallelerimizi bile ayırmadığımız bu güzel insanlardan, Nubar Efendilerden, Kirkor Ustalardan, Arşak Amcalardan durup dururken nefret etmeye başlamak hiçbir mantığa sığmıyor.
"Söylenecek sözün çokluğu bazen insanı dilsiz bırakır. Tıkanır kalırsınız. Haklılığın suskunluğu, diğer suskunluklara benzemez ; düğümü zor çözülür..."