Hayallerimizden içimizdeki seslere doğru, düşüncelerin doğasına ilişkin aydınlık bir keşif…
Bu kitabı ilk defa gördüğünde ne düşündün? Düşüncelerin bir duyum akışı mıydı? Yoksa
içindeki bir ses miydi? Kendi kendine “Acaba nasıl bir kitap” diye sordun mu? Cevabını
bulabildin mi? Bulduysan, ne anlama geliyordu?
Birisi kafasının içinde sesler duyduğunu söylediğinde, genellikle o kişinin akıl hastası olduğu
düşünülür. Charles Fernyhough’un İçimizdeki Sesler kitabında ileri sürdüğü üzere, bu tür
sesler insan düşüncesinin başlıca niteliklerinden biri olarak algılanır. İç seslerimiz kendinden
emin, gülünç, derinlikli, ikircikli ya da acımasız olabilir; dahası farklı aksanlarda ve hatta işaret
dili olarak bile ortaya çıkabilir. Hepimiz iç sesler duyarız, yani onlardan korkmamıza gerek
yok. Doğrusunu söylemek gerekirse, onlarsız yaşayamayız: İster bir konuyu çözüme
kavuşturmak adına isterse okuduğumuz kitaptan bir karakteri hayata geçirmek adına olsun, iç
seslere ihtiyaç duyarız. Bu sesler üzerine düşünme, kendimize ve çevremizdeki dünyaya
ilişkin kavrayışımızı zenginleştirir: Şizofren olduğu iddia edilerek sürgün edilen öngörülü
kişilerin deneyimlerini anlamamıza, ruh sağlığı sorunları olanların sıkıntılarını hafifletmemize
ve metroda gördüğümüz kişinin belli bir nedeni olmaksızın kahkahaya boğulmasının
gerekçesini sezinlememize yardımcı olur.
Kafanızın içindeki sesler kendini tekrar eden bir döngüye dönüşse ya da karmakarışık bir
çatışma yaratsa da duyulmayı hak ederler. Kapsamına edebiyat, film, sanat ve psikoloji
tartışmalarını da alan İçimizdeki Sesler, okurlara bilimden daha fazlasını sunuyor; kendi iç
seslerimiz üzerine düşünmeye zaman ayırmamız için bizi etkili bir biçimde cesaretlendiriyor.