Başlarda kitaplarından, onların hazin sonlarından bunalarak sevmediğimi düşündüğüm ancak zamanla okudukça ne kadar yanıldığımı anladığım, hayatı gerçekleriyle hiç çekinmeden anlatan Sabahattin Ali’yi okumanın ne denli gerekli bir farkındalığa ihtiyacı olduğunu anladım. Şimdi görebiliyorum. İnsanların yapmak istediklerini değil de yapmak zorunda olduklarını yaşarken bunları okuyor olmanın ne denli sıkıcı olduğunu bilhassa yorucu olduğunu ancak farkına varıldığında alabildiğin o hazza erişmek ve biten bir kitabın ardından uzun bir yolculuk etmiş gibi uyuştuğunu, gerinme ihtiyacı hissettiğini bilmek. İçindeki o tamamlanmamışlığın buruk tadını bir bir göğüslemek. Hayatın ta kendisiymiş, şimdi anlıyorum. Uzun süre okumayı ertelediğim ve bitirince yaptığım yanlışı fark ettiğim bir roman daha. Ömer, Macide ve Bedri arasında geçen, daha çok Ömer’in iç dünyasını, içinde ona tüm kötülükleri yaptıran bir şeytan olduğuna inanmasını, sevmesini, kaçmasını, dibe vurmasını ve vazgeçmesini iliklerimize kadar hissettiğimiz, siyah ve beyaz kadar keskin olan bir karakter. Ortası yok. Macide, onun rüzgarına kapılır. Bedri, başlarında bir abi gibidir. Kitabın sonunda, ne hissedeceğinizi bilemezsiniz. Usta yazarın kaleminde 255 sayfa su gibi akar. Şimdiden herkese iyi okumalar. İlk incelememi yazdığım bu kitabı 13 Aralık 2021 tarihinde bitererek kütüphaneme koyabilmiştim.