Yaşamda karşılaştığımız sorunları sıfıra indirgeyen tek gerçek: Ölüm. Bu aynı zamanda tüm güçlükleri değerli kılan, bağışlatan hatta yücelten yegane gerçek.
Belli ki eğitimli bir insandı. Bu beni düşündürüyor. Kafamı karıştırıyor. Eğitim birçok şey kazandırırken, neden insani değerleri yok etmiş? Ediyor mu? Gördüğüm kişi sanki saflığını, inceliğini yitirmiş başkalaşım geçirmiş, bir mutant...
"İçim rahat olmuyor bir türlü. Yaptığımı bildiğim şeylerden bile kuşku duyuyorum. Acaba ocağı kapattım mı? Kapattım biliyorum ama yine bakayım. Ütünün fişi takılı mı? Ütü yapmadım ki... Olsun yine bakmalıyım, yine... Bildiğim şeyler için sayısız geri dönüyorum"
"Evet anlıyorum, takıntı... obsesyon"
"Evhamlarım da var doktor bey. Özellikle ailemle ilgili. Aklıma bir sürü kötü şey geliyor."
...
"Üzülmeyin bunlar çok doğal şeyler, ilaçlarınıza başlayın, on beş gün sonra bana bir alo deyin, yeniden konuşalım."
Gerekli olan, mantıklı bir açıklamayla kendini yatıştırıp, bundan sonra ne yapabileceğini düşünmek ve sonra bu düşünceyi gerçekleştirmeye çalışmak. İşte bunu sağlayansa, geçip giden yıllardan elde kalan tek şey; deneyimler.
Ufacık mutluluklarla yetinen, sıkıntılarla kavrulmuş insanlar...
Onları seviyordu. Hem de çok... Küçücük mutluluklarına, doğaya yakınlıklarına, saf inançlarına, toprağa sahip çıkışlarına, tok gözlülüklerine, saygı duyuyordu...
Asıl güzellikse bu kahvede... Burada çaylarını içen, konuşan, kadınlığından utanmayan kadınlarla; onları kendilerinden kaçırmayan, duvarların ötesine itmeyen adamların birlikteliğinde...
Bir hayal ki bu kadar olur...
Bazen küçük bir davranış ya da söz, Zeynep'in karşısındakine ısınması ya da soğuması için yeterli olabilir. Demek ki D.Marcus, acıma duygusu olmayan, başkalarının sıkıntısını bilmeyen, anlamayan insanlardan değildi. Bu iyiydi. Çünkü o tür insanları hiç sevmezdi.