İki Şehrin Hikayesi, sık sık karşıma çıkan fakat okumaya ancak vakit bulabildiğim bir kitap. Kitap, Fransız Devrimi esnasında, burjuvazi ve halk arasından yaşananların bir kısmını gözler önüne seriyor. Olay örgüsü, Bastille hapishanesine yapılan baskınla(Bu olay Fransız Devrimi’nin patlama noktası olarak kabul ediliyor.), kurtarılan bir mahkum ve yakın çevresi etrafında şekilleniyor. 25 yıllık hasretin ardından öldüğü sanılan, baba-kız kavuşur. Ve olaylar seyreder. Kitabın konusu tamamen yapılan fedakarlıklar üzerine kurulu. Lucie’nin, babasının psikolojik sağlığının iyi olması adına gösterdiği çabalar, babasının Lucie uğruna mahkumiyetine sebep olanların soyundan gelen biriyle, sırf kızı istediği için bildiklerini saklayıp evlenmelerine müsaade etmesi, ailenin yakın dostu olan Sydney’in, Lucie’yi evlenmesine rağmen içten içe sevmeye devam edip, Lucie’nin kocasının idam cezasına çarptırılması üzerine zaten aralarında benzerlik olduğu için kocasının kılığına girip, aşkı uğruna giyotine gidişini anlatan hazin bir roman... Fedakarlık, intikam, kıskançlık ve aşk gibi duyguları her zerresiyle size hissettirecek bir roman. Etkisinden uzunca bir süre çıkabileceğimi sanmıyorum.
Sydney’in, idama giderken son sözleri;
‘Bu, hayatımda şimdiye kadar yaptığım en ama en güzel şey ve şimdi hayatımda hiç tatmadığım kadar büyük bir huzurla istirahat etmeye gidiyorum.’