St. Paul, Hristiyan kadınların kocalarına boyun eğmeleri gerektiğini söyledi diye, Hristiyan kadınlar da yüzyıllarca kocalarına boyun eğdiler; ne var ki, St. Paul'ün doktrinini kadınlar genellikle benimsemeden önce erkeklerin ne gibi güçlüklerle karşı karşıya bulunduklarını Jason ve Medea öyküsü bize göstermektedir.
İktidar, öteden beri çoğunluğun onayı ile, bir hak olarak sınırlandırılmış ve bu hak sadece kral ailelerine, aristokratlara, zenginlere, kadınlardan çok erkeklere ve değişik renklerdeki insanlardan çok beyazlara tanınagelmiştir.
Devam eder Thrasymachus:
"Her yönetimin kendi çıkarlarıyla uygun bir çerçeve içine alınmış yasaları vardır; demokrasi demokratik yasalar yapar; despot, despotça yasalar yapar vb. Bu yönetimler, böyle yapmakla kendi çıkarlarına olan şeyin, uyrukları için adalet niteliği taşıdığını ilan etmiş olurlar; bu yoldan sapanlar da, bu yönetimler tarafından yasaya karşı gelmiş olmakla ve adaletsizlikle suçlandırılıp haklarında kovuşturma açılır. Bundan ötürü, sayın bayım, diyeceğim odur ki, her sitede adalet aynıdır, yani işbaşındaki yönetimin çıkarıyla özdeştir. Üstün güç de, bana kalırsa, yönetimden yanadır. Buna göre, doğru akıl yürütme yoluyla hep aynı sonuca, yani, adaletin her yerde güçlünün çıkarından ibaret olduğu sonucuna varılır'
Rönesans İtalyasında, Yunan'da olduğu gibi çok yüksek bir uygarlık düzeyi, çok alçak bir ahlâk düzeyiyle birlikte bulunuyordu: Her iki çağ da, en yüksek dehalarla birlikte, en aşağılık haydutlukları birlikte ortaya koyar; bu çağlarda gerek haydutlar, gerek dahiler asla birbirlerine karşı değillerdir. Leonardo da Vinci, Sezar Borjiya için kaleler yapmıştır; Sokrat'ın öğrencilerinden bazıları, otuz despot hükümdarın en berbatları arasında yer alır; Eflatun'un çömezleri, Siraküza'da utanç verici olaylara karışmışlardı; Aristo bir despotun yeğeniyle evlenmişti...