İlkel insanlar, çevrelerindeki manzaraya baktıklarında, bizim gibi yalnızca tepeler, kum, ağaç toplulukları, akarsular, kimi zaman tuhaf ve fantastik biçimlere sahip taşlar, kayalar görmemektedirler.Manzaradaki her ayrıntıdan bir anlam çıkarırlar.
Bir de görülemeyen ve duyularla algılanamayan, mevcudiyetleri hissedilen ve etkileri altında kalınan varlıklarla dolup taşan, varlığı yalnızca ifşa edilebilen ikinci bir gerçeklik vardır. İlkel insanlar bu gerçeklikle daha yakından ilgilenmektedirler, çünkü bünyesinde gizlediği ve ne zaman ortaya çıkacakları bilinemeyen doğaüstü güçlerin nasıl davranacağını öngörebilmek çok güç hattâ olanaksız bir şeydir.
Bu simgesel eylemin etkisi, sanılabileceği gibi modelinin yeniden üretilmiş biçimi olan imgeyle arasındaki benzerlikten kaynaklan- mamaktadır. Buradaki tek zorunlu koşul, imge ve model arasın- da yaşanan yoğun bütünleşme duygusudur/Burada benzerlik, üzerinde pek fazla durulmayan ikincil bir unsurdur.
İlkel zihniyet açısından, doğa ve "doğaüstü"nün, nitelik düzeyinde birbirlerinden farklı bir şekilde algılansalar bile, tek bir gerçekliğe ait görüldüklerini söylemek yanlış olmaz.
bizim bir halüsinasyon ve sahte olduğunu iddia ettiğimiz algıyı onlar tam tersine kişiye özgü bir ayrıcalık olarak değerlendirirler. bir kişinin yaşadığı deneyimin aynı zaman dilimi içinde başkaları tarafından doğrulanmaması onlar açısından kuşkulu bir duruma yol açmamaktadır.