1860 YILINDA bir dizi fotoğrafçıya ekmek kapısı olan ölüm döşeği fotoğrafçılığı başlar. Ölüm fotoğrafçıları, ölü çocuk cesetlerini fotoğraflamakla yetinmeyerek ölü çocuk gözlerini açık renge boyar, fotoğraflardaki çocuklara hayaletimsi bir görüntü katar. Gözü bir kez daha resme bakmaya zorlayan öyle ayrıksı bir kışkırtıcılık belirir ki bu fotoğraflarda, bakışı bir yandan tedirgin ederken diğer yandan gözü kendine çeker. Ölüm gelecek ve onda senin gözlerin olacak. Ölü çocuklar, gözleri olmadığı zaman bile bakışı olan çocuklardır. Çocukların anababalarının fotoğrafçıyı bu fotoğrafları çekmekle görevlendirdiği düşünülürse, artık hayatta olmayan bir çocuğa duyulan özlemi körükleyen karelerdir bunlar; anababaların kendilerine neden böyle büyük bir kötülük yaptığı anlaşılır gibi değildir. Kanımca bu fotoğrafların yaptığı,
menhirlerden balmumu maskelere, Bizans ikonalarından Selçuklu mezarlarına uzanan bir sahicilik kipiyle yüzleşmek, ama sahiciliği ıskalamaktır. Bu fotoğrafların mezar başlıklarından ya da menhirlerden bile daha delici bir kazaya yol açmasının nedeni, fotoğraf yüzeyinden fırlayarak bakan küçük cesetlerin hem doğal görüntüleriyle kendileri olmasından, hem olmamasından kaynaklanır.