“İnsanoğul hiç belli olmaz Ağam. Bugün böyleyse, yarın şöyle. İnsan her gün yeniden doğabilir isterse Ağam. Ama her sabah anadan yepyeni, başka bir insan olarak doğabilir. İyi de doğabilir, kötü de.. Şimdi bu baktığın, gördüğün benim, yarın bir iş yaparım ki senin de, benim de aklımızın köşeceğinden geçmemiş ola. Onun için tevekkül ol, daha çok arama, üstüne varma.”
İnsanoğlunu anlamak o kadar kolay değil. Kuşlar da, böcekler de göründükleri gibi değiller. Bu dünyada her canlının bir huyu vardır, insanın da yüz bin huyu vardır. Bak Ağam, dünyada bir insanı, karımı, kardeşlerimi, kızımı oğlumu, anamı babamı tanıdım dersen yalandır.
Halka zulmeden ağalar da insandır. Ona başkaldıranlar da. Serinin ilk ciltlerinde anlatı sonlarıyla bizi tatmin etse de bu çarpık düzenin böyle devam edeceğine dönük kötü bir önseziye kapılırız. Ama sorunun kişiler, çözümün öldürmek değil öğrenmek olduğunu da sezeriz. İnce Memed düşündürür bizi:
“Bu dünya böyledir,” diyordu. “Sular hendeğine dolar. İnsanlar doğar ölür, gün doğar batar. Ağaçlar büyür çürür. Sular akar, bulut ağar. Ağayı öldürürsün ağa gelir yerine. Bir daha öldürürsün, bir daha gelir.”
Ancak güvenmekten de asla vazgeçmez insana
“Kader kader… Buna kader demezler Abdi Ağa!” dedi. Bu kader değil. Bir kedinin, köpeğin, uçan kuşun, neyin üstüne bu kadar varırsan birincisinde korkar, ikincisinde… Üçüncüsünde canını dişine takar kaplan kesilir… Parçalar seni. İnsanların üstüne bu kadar varmamalı…
… Bu insanoğluna bir var, çöpünü, sineğini güvenmezsin, bir var, canını kaldır at önüne, canı gibi korur.”