İnsan Hakları ve İslam

Recep Şentürk

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Türk hukuk sisteminin sekülerleşmesi, otomatik olarak azınlık hakları sorununu çözmedi. Bazı sorunlar çözüldü, fakar yeni sorunlar ortaya çıktı. Kürtler, Osmanlı yönetiminde bir sorun teşkil etmiyordu çünkü onlara, dillerini kullanmalarına ve kültürlerini sürdürmelerine izin veriliyordu. Daha sonra kendilerini, yeni milliyetçi ideoloji tarafından rahatsız edilmiş hissettiler ve onlara kültür ve dillerini yaşatmaları konusunda kısıtlamalar dayatıldı. Dini azınlıklar da Osmanlı yönetiminde yaşamadıkları sorunları, özellikle devletin dini eğitim konusundaki tekelinden dolayı, din eğitimi alanında yaşadılar. Türkiye Cumhuriyeti, dini kurumları devletleştirdi ve sıfi tarikatları yasakladı. Hristiyanların misyonerlik faaliyetleri de engellendi. Sonunda, Türk Müslüman kadınların çoğunun taktığı başörtüsü, 1980'lerde öğrencilere ve devlet çalışanlarına yasaklandı. Benzer şekilde aşağı yukarı aynı zamanlarda, erkek öğrenciler, profesörler ve devlet çalışanlarının sakal bırakması da yasaklandı.
Kıtalar Arası Yönetimden Komşular Arası Yönetilmeyene Dönüştük Resmen
Müslümanlar tarihte yukarıda kısaca ortaya koymaya çalıştığımız evrenselci yaklaşım sayesinde, çok dinli ve çok medeniyetli siyasî sistemlerin hukukî zeminini hazırlamışlar ve bunu başarıyla çok geniş bir coğrafyada ve uzun asırlar boyunca uygulamışlardır. Ancak bu miras günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur. Huntington'ın meşhur kitabında12 bahsettiği dokuz medeniyetten altı tanesi Müslümanların yönetimi altında yaşamıştir. Dünya medeniyetlerinden sadece üç tanesi İslâm yönetimi altında yaşamamıştır. Çok medeniyetli bir yönetim hukukî ve felsefî temelini “ismet âdemiyyetledir” ilkesinde öz bir şekilde ifade edilen evrenselci fıkıh yaklaşımından almıştır.
Reklam
İslâm fikhi, yasal konularda seküler (aklî) ve dinî akıl yürütmenin karşılıklı dışlayıcı olmadıklarını göstermek amacıyla bir örnek olarak kullanılabilir. Diğer bir deyişle seküler ve dinî perspektifler eğer münasip bir şekilde bir araya getirilirse birbirlerini doğrularlar.
Selefîler, modernistler, sömürgeciler, milliyetçiler ve oryantalistler, Osmanlı mirasının devralınmaması hususunda hemfikirdirler. Garip bir şekilde, Osmanlı mirasını, Selefîler İslâm'a aykırı olduğu gerekçesiyle reddederken, seküler modernistler İslâmî olduğu gerekçesiyle sahiplenmediler. Yine, milliyetçiler milliyetçi olmadığını ileri sürerek Osmanlı mirasını reddederken, oryantalistler bu mirasa milliyetçi olduğu iddiasıyla karşı çıktılar.
Dahası din, kadınlar, ırksal azınlıklar ve sömürgeleştirilmiş insanlara karşı zulmü haklı çıkarmak için de suiistimal edilmiştir. Bununla Birlikte, bu görüş tek-taraflı olmakla mustariptir; çünkü tarih yine dinlerin, azınlıkların zulümden nihai kurtuluşlarına değilse bile özgürlüğe kavuşmalarına katkıda bulunmuş olduklarını gösterir. Örneğin Amerika'daki sivil haklar hareketine Hristiyan dinî liderler öncülük etti. İspanya'dan kaçan Yahudilere halife tarafından İstanbul'da sığınma yerleri verildi. Buna karşın, milliyetçilik ve komünizm gibi seküler ideolojiler de bazı yandaşlarınca azınlıklara zulmü haklı göstermek için kullanılmıştır. Sonuç olarak, dinî veya seküler, belli bir tür kültür ile azınlık haklarına saygı veya umursamazlık arasındaki bağlantı, basit değildir. İkisi arasındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturmak, dengeli, etraflı ve ihtiyatlı bir yaklaşımı gerektirir.
Öyleyse, Tanrı'ya inanmayan inkarcılar da dahil olmak üzere her insan dokunulmaz ve değerlidir.
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.