Rönesans'ın açılışıyla hristiyanlık belki yok olmaktan kurtuldu. Çünkü, bu girişim olmasaydı, İslam içinde eriyecekti. Yok olmaktan kurtuldu ama bir daha kendi başına varolmamak şartıyla. Halbuki gönül rızasıyla İslama teslim olsaydı, insanlığın yararına olacaktı bu feragat. Insanlık yeni bir döneme girecekti. Antikiteye geri dönüş gibi bir ters olguyla kararmayacaktı tarihin alnı.
İnsana yeni bir hayat anlamı getirme ödevi ile karşı karşıya kalmıştır Batı. Yani, hal diliyle insanlık batıya bunu söylemektedir ve "Dünyaya hakim olmak istedin pekala, işte oldun. O halde, kader senden, hepimizin asgari mutluluğu veya hiç olmazsa hayatın yaşanmaya değer olduğunu kabul edebilmemiz için yeni bir inanç, varoluş, yorum ve anlamı istemektedir. Bu sorumluluğa hevesli olan sendin. Bunu sen kendin yüklendin. Şimdi cevap ver bakalım" demektedir..
Batıyı kara kara düşündüren, kimi zaman en aptalca çılgınlıklara sürükleyen bu sorudur, kaderin bu çetin sorusudur. Insanlığın ihtiyacına cevap verebilecek bir metafizikten yoksun oluşunu kendisine itiraf bile ettirmek istemeyen ruh yoksulluğudur. Batıyı bunaltan, bunalımdan bunalım sürükleyen bu ışıksızlıktır, bu cevapsızlıktır.
endinde başlayıp kendinde biten, kendinde doğup kendinde batan özgürlük, fiziğin ve içgüdü zaruretlerinin özüyle dolu olarak, gerçekte, tutsaklıktan başka bir şey değildir.