Herkesin bildiği bir şey: Newton’a gelinceye kadar milyonlarca, milyarlarca insan elmaların ağaç dallarından düştüğünü görmüştür, bu elmalar bazılarının başına da düşmüştür. Ama bir tek Newton bu olayın özel anlamına dikkatini yöneltmiştir. Çünkü gelmiş geçmiş insanların arasında bir tek o, yerçekimi yasasını nasıl bulduğu sorulduğunda: “Sürekli onu düşünerek...” cevabını vermeye hazırlıklıydı. Fırsatlar, aslında hepimize eşit biçimde tanınıyor, ama içimizden ancak o fırsatı kullanmaya yatkın olanlarımız, onun değerini biliyor ve değerlendirebiliyor.
Newton’a gelinceye kadar milyonlarca, milyarlarca insan elmaların ağaç dallarından düştüğünü görmüştür, bu elmalar bazılarının başına da düşmüştür. Ama bir tek Newton bu olayın özel anlamına dikkatini yöneltmiştir. Çünkü gelmiş geçmiş insanların arasında bir tek o, yerçekimi yasasını nasıl bulduğu sorulduğunda: “Sürekli onu düşünerek...” cevabını vermeye hazırlıklıydı. Fırsatlar, aslında hepimize eşit biçimde tanınıyor, ama içimizden ancak o fırsatı kullanmaya yatkın olanlarımız, onun değerini biliyor ve değerlendirebiliyor.
Ionesco’nun "Gergedan" oyununda olduğu gibi; insanların, başlangıçta tek tük, fakat giderek çoğalarak gergedanlaştıkları görülür. Öyle bir gün gelir ki, o gün, artık gergedanlaşmış olanlar değil, fakat gergedanlaşmamış olanlar yadırganır olur.
Artık o müthiş ânın içindeydik: yeni elbiselerimiz üzerimizde duruyordu. Az önce ziyaretinden geldiğimiz kabristan bile gözümüze değişik görünmeye başlamıştı. Orada da ölüm değil, hayat vardı. Her şey yaşıyordu. İnsanlar birbirine temas ediyordu. Kimi zaman bizi koynuna alıp uyutan annemizin tenini belki ilk kez hissediyorduk: üzerimizdeki bayramlık elbiselerle öpmek için uzandığımız, minicik avuçlarımızla onun ellerine dokunduğumuz an, belki de, bir bayram sabahında, bilmeden bu dokunuşu beklemekte olduğumuzu düşünmeye başlıyor, Müslümanların bayramlarının esenlik ve barış ve bağış getirdiğini bu dokunuşlarla oluştuğunu, büyük küçük herkesin, hepimizin, belki de bu dokunuş anını beklemekte olduğumuzu alttan alta hissetmeye çalışıyorduk.
Tıpkı hayat gibi; yaşadığımız hayatımız gibi: Onu yaşayacaksak, onun dinamiklerini sürekli hareketli tutmak zorundayız. Hareketten alıkoyduğumuz anda, hayatımız da, sürülmeyen bir bisiklet gibi düşüp kalıyor.
Çünkü insanlar ancak sorumluluk altındayken cesaretlerinin yanında şeref ve haysiyetlerini de ortaya koyabilmekte ve onları da mücadelelerinin bir silahı olarak düşünmeye meyletmektedirler.