Bir tarihi aşk kitabında okumaktan hiç hoşlanmadığım özellikleri olan karakterler vardır. Bu kitaptaki iki baş karakter de bu hoşlanmadığım özellikleri kendinde toplamıştı. Kadın karakterimiz Aila; saf, masum, sevdiği adam tarafından şahsına yapılan her hakareti ve aşağılamayı sineye çeken -ara ara dik duruş sergileyecek gibi oldu ama bu hâlleri çok kısa sürdü- ve buna sebep olarak aşkı gösteren, sinik biriydi. Erkek karakterimiz MacLaren ise; zamanında ihanete uğradı diye tüm kadınlardan nefret etmeye başlayan ve bu sebeple sevdiği kadını bile aşağılamaktan geri durmayan, itici ve klişe biriydi. Hatta MacLaren bu aşağılama işinde o kadar ileri gitmişti ki, Aila ile aralarında, aşağı yukarı şöyle diyaloglar dönüyordu:
MacLaren: Bana karşı her zaman dürüst olacaksın.
Aila: Tamam ama zaten sana hiçbir zaman yalan söylemedim ki.
MacLaren: Yalancı düzenbaz!
Aila: Ama ben ne dedim şimdi?
MacLaren: Sende diğer kadınlar gibisin, için çürümüş.
(Başka bir sahne.)
Maclaren: Sabahın köründe ormanda ne yapıyordun?
Aila: At biniyordum. Ama babamın haberi yok bundan.
MacLaren: Sinsi, yılan. Sen de diğer kadınlar gibisin işte!
Aila: Ata bindiğim için mi?
MacLaren: Neyse ne işte! Yalancısın o kadar!
İşin üzücü yanı, MacLaren'in, Aila dürüst davrandığında da bu tepkiyi vermesiydi. Yani, Aila'ya inanmayıp gidip dediklerini araştırıyor, doğru söylediğini öğreniyor ama yine de aşağılayıcı tavırlarından vazgeçmiyordu. Niye? Geçmişinde ihanete uğradı diye. (Bu arada, kitabın başlarında MacLaren'e ihanet eden kişi eski nişanlısıyken, ilerleyen sayfalarda bu kişi eski karısı oldu, sonra daha da ilerleyen sayfalarda yine eski nişanlı diye bahsedildi bu kadından. Bu durum yazarın unutkanlığından mı yoksa çeviriden mi kaynaklandı anlayamasam da her halükarda, bu kadar belirgin hatalar yapılmasından hoşlanmadım.)
Karakterlere dair bir sıkıntı da tutarsız olmalarıydı. Mesela Aila, gizli gizli ata binmekten hoşlanan özgür ruhlu biriyken ve uzun zamandır var olan bazı hisleri de varken, aynı zamanda manastıra kendini kapatacak kadar da sakin ve uysal biri gibi yazılmıştı ki bu pek mantıklı değildi. MacLaren'in de tutarsız davranışları vardı. Bir sayfada Aila'ya söylemediğini bırakmayıp, diğer sayfada kıza yumuşacık davranıyordu. Ay bir de bu ikisinin öyle bir iletişim sorunu vardı ki anlatamam. Kitabın başında iki cümle geçti aralarında. Sonra neredeyse 100. sayfaya kadar hiç karşılaşmadılar ama birbirleri hakkında düşünmedikleri kalmadı. Aila odasında oturuyor, MacLaren bunu hakeret olarak algılıyor. MacLaren kendi kendine triplenip gece Aila'nın yanına gitmiyor, Aila, bu beni zindanlara da atar deyip, saçma kararlar alıyor. Aila dümdüz duruyor, MacLaren sen bana ihanet ettin diyor, falan filan. Yani hiç konuşmadan, bunları düşünmeleri, bu seviyede bir iletişimsizlik içinde olmaları, hayret vericiydi.
Gerçi sadece Aila ve MacLaren değil, Aila'nın annesi ve babası arasında da benzer bir iletişim sorunu vardı. Spoi vermek istemiyorum o yüzden biraz üstü kapalı anlatacağım: Aila'nın annesi, seneler önce, bir anda bir karar alıyor. Kocası da karısını seviyor güya ama karısının neden böyle bir şey yaptığını hiç araştırmıyor. Kendi kendine bir düşünüp, karım kesin bu yüzden yapmıştır bunu deyip, konuyu kapatıyor. Yani cidden mi? Karısını seven bir adamın, bu garip karara tavrı, bu mu olur gerçekten. Saçmalık.
Kitabın konusu desem, hiç ilgi çekici değildi. Merak ederek okumadım yaşanan olayları. Ayrıca kitapta ciddi bir kopukluk vardı, bu da kitabı epey durağanlaştırıyordu. Ortalığı biraz hareketlendirme ihtimali olan ve sürekli bahsi geçen bir savaş sahnesi vardı ama onun da sonuçlanma şekli çok anlamsızdı.
Kitapta yaşanan aşklar da çok duygusuzdu. Aila ve MacLaren'in aşkı hiç aşk gibi hissettirmiyordu zaten. Fakat MacLaren'in en yakın arkadaşının aşkı ve Aila'nın anne ile babasının aşkı da çok başarısız işlenmişti.
Kısacası, sevemedim kitabı. Bu türde; tutarlı ve güçlü karakterleri, hissedilebilir aşkları, aynı zamanda heyecanlı ve sıkıcı olmayan olayları yahut savaş sahnelerini okumayı seven biri olarak, bu kitap benim için çıtanın çok altında kaldı.