Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam'ın Siyasal Söylemi

Bernard Lewis

En Eski İslam'ın Siyasal Söylemi Sözleri ve Alıntıları

En Eski İslam'ın Siyasal Söylemi sözleri ve alıntılarını, en eski İslam'ın Siyasal Söylemi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Her devrim kendini diğer devrimlerden farklı bir biçimde ifade eder, ortaya koyar; geçmişe yönelik eleştirilerinde ve gelecekle ilgili beklentilerinde de kendine özgü bir sorunu ortaya koyuş, bir ifade biçimi geliştirir.
İslam’ın Siyasal Söylemi
Türkiye’de yazarlar, düşünürler, üniversite profesörleri ve işadamları dünyadaki benzerleri düzeyinde yetenekli, iyi eğitilmiş, deneyim sahibi kişiler olmalarına karşın siyasal sistem, bu insanları son derece etkin bir biçimde iktidardan uzak tutacak şekilde tasarlanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak da TÜRK demokrasisi engellenmiş durumdadır. Başka hiçbir ülkede eğitimli seçkinlerin düzeyiyle siyasal sınıfın düzeyi arasındaki fark, Türkiye ölçüsünde büyük değildir. Onlarca yıldır Türkiye’nin önemli siyasal partileri bir tek kişi ya da kimi zaman işbirliği içindeki küçük bir grup tarafından yönetilmiştir. Bu kişiler ise kamu görevi için tek bir ölçütü kullanarak seçim yaparlar: ‘kör bir itaat’... Yalnızca dalkavuk kabul edilir, bağımsız düşünürlerden ölümcül salgın virüsü taşıyorlarmış gibi kaçılır. Yalnızca statükoya bağlı bir avuç soğukkanlı tutucunun egemen olduğu siyasal sistem böylece kemikleşmiştir...
Reklam
Önemli devrimler, meydana geldikleri ülkeden çok uzaktaki ülkelere kadar yansıyan sonuçlar doğurur.
Tarihçi et-Taberi, Halife Ömer ile ilk İranlı Müslüman Selman arasındaki konuşmayı zikreder: “Selman, ‘ Ömer bana sordu: Ben kral mıyım halife mi? dedi. Selman, sorusuna şöyle yanıt verdi: ‘Müslümanların tarlasına toprağına bir dirhemcik bile vergi koyduğunda bunu hukuksuz, haksız yerde kullanırsan halife değil, kralsın demektir! ve ‘Ömer ağladı.’
İdeolojik geçmişi 18.yy Aydınlama Düşüncesi'ne dayanan Fransız Devrimi, ideallerini özgürlük, eşitlik, kardeşlik olarak fomülleştirmiştir. Temellerini 19.yy sosyalizminin oluşturduğu Rus Devrimi geleceğe yönelik hedeflerini proletarya diktatörlüğü aracılığı ile sınıfsız bir topluma geçiş diyebileceğimiz içeriklerle ifade etmiştir. İran Devrimi ise kendini İslam'a ait düşünsel içeriklerle sunmakta; dinsel nitelikli bir önderlikle işleyen dinsel bir hareket olduğunu söylemekte; eski toplumsal düzeni dinsel düşünceden yola çıkarak eleştirmekte ve yeni bir toplumu planlarken de yine dinsel bir düşünce içinde değerlendirmeler yapmaktadır.
Batının geleneği içinde yetişmiş bizim gibiler, İslam ya da İslami terimlerini kullanırken doğal olarak bir yanlışa sürüklenmekte, dinin Müslümanlar için de, Batı dünyası için, hatta Orta Çağ'daki Batı dünyası için ifade ettiği anlama geldiğini varsaymakta; dinin, belirli konularla ayrılmış belirli bir hayat alanını, hayatın diğer birçok alanından ayrı ya da ayrılabilecek bir alanını ifade ettiğini düşünmektedir. Oysa İslam dünyasında bu hiç de böyle değildir. Geçmişte de bu hiç böyle olmamaıştır. Modern zamanlarda dine ayrı bir alan ayırmaya yönelik girişimler de , tarihe geniş bir açıdan bakıldığında, İran'da sonu gelmiş, birçok ülkede ise yakın zamanda sonu geleceğe benzeyen vakitsiz bir heves gibi görünmektedir.
Reklam
Klasik İslam'da Kilise ile Devlet ayrımı hiç olmamıştır. Hıristiyanlıkta ise müritlerine Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya vermelerini söyleyen bu dinin kurucusuna dek eskilere uzanan iki otoritenin birbirinden ayrı varlığı söz konusudur. Bütün tarihi boyunca Hıristiyan aleminde iki otorite olmuştur: modern terimlerle ifade edersek, biri kilise ile, biri de devletle suret bulan, Tanrı ve Sezar. Bu iki otoritenin aynı safta yer aldıkları; birbiriyle uyum içinde oldukları da görülmüştür, birbiriyle çatışmaya giriştikleri de; biri bir şeylere hükmederken, öteki de hayatın birçok şeyini hükmü altında tutmuştur; biri diğerine müdahale etmeye kalkışmış, öteki buna karşı çıkmıştır. Bunları budün de hep görüyor, yaşıyoruz. Bütün bir Hıristiyan aleminin tarihinde her zaman iki otorite olmuştur: Ruhani ve dünyevi. Her birinin ayrı hukuk sistemi, ayrı yargı sistemi; her birinin ayrı hiyerarşisi ve örgütsel yapısı olmuştur. Batılılaşma öncesi İslam'da ise hep tek bir otorite olmuş; bu nedenle de bir ayrılık söz konusu olmamıştır.
Arapça, siyasal hayatı anlatmak için zengin ve olanakları geniş bir dildi. Fakat daha da zenginleştirmek için siyasal hayatla ilgili alanlarda Farsça, Yunanca ve hatta Latince'den sözcükler, terimler alınmış, kimi zaman bu sözcük ve terimlerin anlamsal karşılıklarını oluşturacak Arapça sözcükler, ifadeler geliştirilmiştir. Bunların bazıları ta ilk günlere kadar gitmektedir. Örneğin, Kuran'ın metninde bile bunlara rastlamaktayız. Kuran'da Mekke'ye Umm el-Kura denilmektedir. Bu Grekçe'deki metropolisin anlamsal bir karşılığı olmuştur. Müslümanların izlemesi gerektiğine inanılan el-Sirat el-Mustakim Romalıların ip çekmişçesine dümdüz duran giden yollarının karşılığıdır. Buradaki sirat, Latincedeki stratadan geliyor. İngilizcedeki street de öyle.
Orta Çağ tarih ve siyaseti üzerine yazılmış Katolik aleminin kitapları ile İslam aleminde yazılanlar arasında önemli bir fark vardır. Batı Hıristiyan uygarlığı barbar istilalarının yarattığı karışıklıklar yaşanırken doğmuştur. Bu süreç boyunca siyasal hayatta baskın olan iki olay her şeye biçim vermiştir –Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Hıristiyan Kilisesi’nin yüklelişi. İlk Hıristiyan siyaset kuramcısı olan Aziz Augustine’e göre, siyasal gövde insan zihninin bir ürünü olup kötü bir şeydi. Devlet ise, insanoğlunun cezalandırılması için; en azından, ilk günahın ödenmesi gereken bir karşılığı olarak ortaya çıkmıştır.
İslam’ın tarih üzerine düşünmesi, gözlem yapması, siyasal analizlere başlaması ise bunun tam tersi yönünde olmuştur: Bir yenilgi ile değil, bir zaferle; bir imparatorluğun çöküşü ile değil, doğuşu ve yükselişiyle başlamıştır. Müslüman gözlemciler için, daha ilk günlerden itibaren, siyasal otorite insani bir kötülük ya da katlanılması zorunlu bir şeytan değil; ilahi bir lütuf olarak ortaya çıkmıştır. Siyasal gövde ve onun içindeki egemen güç, sunduğu iman bilinsin, yasaları yürüsün, muhafaza edilsin diye Allah tarafından emredilmiştir. Hıristiyanlar gibi, Müslümanlar da Allah’ın insanoğlunun işlerine müdahele edebildiğine ve insanoğlunun önüne çeşitli sınavlar koyabileceğine inanmaktadır. Ama İslam’a göre, Allah kullarını sınamaktan çok, onlara yardım etmeyi; özellikle de dünyada muzaffer olmaları, en üstün düzeye çıkmaları için yardım etmeyi sever.
165 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.