Muhtelif yerlerdeki mimâri tiplerinin birbirine yaklaşması — eğer böyle yaklaşmalar olduysa— ve umûmiyetle medeniyetin muhtelif kavimler arasında yayılması, Orta Asya’dan çıkan Selçuk Türk hânedanının muvaffakiyeti sâyesinde olmuştur.
İbn Haldûn’un Mukaddimesi, bir nevi tarih felsefesi mâhiyetinde olup, vak’aları yukarıdan ve bütünü ile görmek kabiliyetine mâlik olan bu büyük İslâm mütefekkiri, kendi zamanına göre çok mühim, bir nevi sosyoloji tecrübesi vücuda getirmiştir.
Her devrin tarihçisi, o devirde dimağları ilk planda işgal eden, meselelere kıymet vermek ve onların mazideki tezahürlerini tespit ve izah etmek mecburiyetinde kalır.
"İbn-i Sina'ya en güç gelen Aristo'nun Metafizik'i olmuştur. Pek çok müşkillerini ancak tevafuk eseri pazarda üç dirheme satın aldığı Farabi'nin eserinin yardımıyla halledebilmiştir. Tıbbi malumatı ona Samani padişahının sarayına ve sarayın zengin kütüphanesine yol açtı ki, bu kütüphaneden İbn-i Sina'dan başka hiç kimse istifade etmemiş olsa gerektir."
Sâkıt olan bu mezheplerin tâlimâtı, sünnî İslâm icmâ'ında mûteber tutulmaz ve yukarıda adı geçen dört mezhebin, dördü de hak sayılır; bunlar ehl-i sünnet esaslarının hiçbirinde biribirinden aynlmayıp yalnız, furû‘, yâni teferruâtta ayrılırlar.