Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam Medeniyetinde Bilgi ve Bilim

Alparslan Açıkgenç

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
İlk İslâm Düşünce Okulu
Peygamberimizin özellikle Medine'ye hicretinden sonra gelen vahiyler, İslâm dünya görüşünün bilgi, insan ve değer yapılarını gittikçe zenginleştirmiştir. Nitekim Peygamberimiz Medine'de bir eğitim modeli oluşturan belirli kurumları inşa etmekle işe başladı. İşte bilgi geleneğinin başlangıcı da bu eğitim faaliyetleridir. Meselâ Medine'de Mescid-i Nebevî'nin önündeki kapalı alanda bizzat kendisinin kurduğu, "Suffe" denilen ve mensupları da "ashâb-ı Suffe" olarak bilinen okul, bu eğitim kurumlarından sadece biridir. Suffe, misafirlerin ve evi olmayan fakirlerin konaklaması için bir nevi misafirhane olarak tesis edilmişti. Fakat kısa zamanda okuma yazma, İslâm hukuku, Kur'an, tecvit ve diğer İslâmî ilimlerin Peygamber'in nezaretinde öğretildiği düzenli ikamet edilebilir bir okula dönüşmüştür. Ubâde b. Sâmit der ki: "Resûlullah, beni Suffe'de yazma ve Kur'an öğretmeni olarak görevlendirdi." Suffe'de kalanlar sadece eğitim ve ibadetle meşgul oluyor, başka bir işte çalışmıyorlardı. Peygamberimizin vefatına kadar onların çoğu evlenmiş değildi. Peygamberimiz, onların geçimlerini gelen ganimetlerle sağlıyor; böylece onlar da çalışmalarına ara vermek zorunda kalmıyorlardı. O halde Suffe'yi, ilk İslâm düşünce okulu olarak tanımlayabiliriz.
Sayfa 62 - İsam YayınlarıKitabı okudu
Bilimsel ilerlemeye ahlak temelinden başlarsak bu bize ortamsal bağlam sağlar.
Sayfa 179Kitabı okudu
Reklam
İslâm dünya görüşünün âlem yapısındaki tevhit kavramı, Allah'a iman üzerine, bu da "mârifetullah" denen Allah'ı tanıma üzerine kurulmuştur. Mârifetullahın temelinde de "muhabbetullah" denen Allah sevgisi yer almaktadır. Kur'an bunu şöyle açıklar: “İnsanlardan bazıları, Allah'ın dışındaki varlıkları O'na ortak koşarlar ve onları sanki Allah'ı sever gibi severler. Halbuki Allah'a gerçekten inananlar (müminler), en çok Allah'ı severler" (el-Bakara 2/165).
Sayfa 49 - İsam YayınlarıKitabı okudu
Ahlâkî olgunluk elde edilmeden bilimsel üstünlüğe erişilemez. Meselâ hırsızlık bir ahlâkî bitkinliktir. Bu davranış bir toplumda yaygınlaşmışsa, hayatın her yönüne kolaylıkla sirayet edebileceği için hem toplumu yozlaştıracak hem de bilimsel ilerlemeyi engelleyecektir. Hırsızlık, çok âdi ve basit bir ahlâkî çöküntü olmasına rağmen, kolaylıkla rüşvete, yalana, bencilliğe ve kopyacılığa yol açacağından -zaten bunlar mevcut oldukça bilim de mümkün olamayacağından- zincirleme bir etkiyle fikri hayatı her yönden zehirleyecektir. Ahlâkın bilim açısından temel bağlamsal şart olduğu gerçeğini, İslâm medeniyeti örneğinde açıklamak kolaydır. İslâm geldiğinde, mevcut ahlâkî ve toplumsal değerleri sorgulamış, ahlâken bitkinlik olarak gördüğü bu değerleri, yüksek ahlâk değerleriyle değiştirmek istemiş ve böylece o toplumda büyük bir ahlâkî mücadele başlamıştır. Bunun neticesinde iyi ile kötü arasındaki bu mücadele hayatın her boyutuna yansımıştır. Bu medeniyette, yeni ahlâkî değerler zaten bilgiyi yücelttiği için, ahlâkî mücadelenin ayrıca fikrî mücadeleye dönüşmesine gerek kalmıyordu, Gerçi bu dönüşüm tabii olarak zaten gerçekleşiyordu; çünkü bu tür bir mücadelede yer alan fert ve gruplar, kendilerini fikren müdafaa ve haklılıklarını ispat edebilmek için fikirler geliştirmek zorundaydılar
Sayfa 146 - İsam YayınlarıKitabı okudu
Ahlâkî cihat olmadan fikri cihat olamaz..
Sonuç olarak diyebiliriz ki ahlâkî cihatla toplumumuzu eğitmeye çalışırsak, toplumda muazzam bir hareketlilik ve cevvaliyet başlar. Bu ahlâkî cevvaliyet fikri ćevvaliyete yol açar ve bilgi geleneğini canlandırır. Bilgi geleneği canlanırsa bilimsel sürecin diğer aşamalarına gerek kalmaz. Çünkü bizde bilimler zaten mevcuttur; bunları yeniden adlandırmaya ihtiyaç yoktur. Tembelliği bırakır; unvan, maddî çıkar, mevki ve makam için değil, sadece bilgideki güzellik ve ilimdeki mutlak iyilik için çalışır ve kopyacılığı terkedersek bilim geleneğimiz de canlanır.
Sayfa 185 - İsam YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Din bir yönüyle akıl kaynaklı olmadığı halde, akla zıt veya akıl dışı bir nitelikte de değildir. Zannedildiği gibi aklın alanı "bilim", dinin alanı "dogma" değildir. Her iki alan da insanın varlığını ilgilendirmektedir ve bu cihetle bir bütün olarak din içerisinde algılanmalıdır. İnsan menşeli dinlerin mensuplarının, yani insan eylem ve düşünceleriyle şekillenen dinlere inanan kimselerin bu noktayı anlaması çok zordur. Nitekim Freud, Durkheim ve Marx'ın din nazariyeleri ancak insan kaynaklı dinler için geçerli olabilir. Hakiki dinin kendisi, kendi mahiyetini anlatmalıdır. Buna göre dinin bugün için zamanımıza kadar değişmeden gelen en temel kaynağı olan Kur'an, dinin mahiyeti açısından da yegâne kaynak sayılmalıdır. Bu durumda dini, kendi kafamıza göre değil, dinin hakiki kaynağı olan Kur'an'a göre kısa bir tahlil ile anlatmalıyız.
Sayfa 19 - İsam YayınlarıKitabı okudu
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.