İslam Ümmeti

Hüseyin Yılmaz
İslam coğrafyasında yaşananlar, kadınlarımızı, çocuklarımızı, canlarımızı, değerlerimizi, tarihimizi, kültürümüzü ve medeniyetimizi yok etme çabasında olanların hangi noktaya eriştiklerini açıkça göstermektedir. Birçok Müslüman ülkede ümmetin birliği, milletin şerefi, vatanın hürmeti ayaklar altına alınmaktadır. O halde, birbirimize hakkı ve sabrı, şefkati ve merhameti tavsiye etmenin tam zamanıdır. Aklıselime, bin düşünüp bir söylemeye, hayra çağırıp şerre dur demeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu aşikârdır.
İslam ümmetinin geleceğine yön verebilmek, bugün içinde bulunduğu durumu doğru okumaktan geçmektedir. Yarının umut ve esenlik getirmesi, bugünün doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Aynaya bakmak, kendimizi görmek, hâli pürmelalimizi bütün gerçekliği ile kabul etmek gerekmektedir. Zira sorunların çözümü, ancak hastalığı doğru teşhis etmekle mümkündür.
Reklam
Peygamberimiz buyurur ki: “Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslüman’ın öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7)
“Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslüman’ın öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7)
Peygamberimiz önce babasının sülalesi olan Abdülmuttalib oğullarını İslam’a davet eder. Sonra da Mekke’deki bir başka tepe olan Safâ’ya çıkarak bütün gücünü toplayıp “Yâ Sabâhâh! Yâ Sabâhâh!” diye haykırır. Bu kelime Araplar arasında büyük bir tehlikenin gelmekte olduğunun habercisi olarak bilinmektedir. Çağrıyı duyanlar telaşla koşup gelir ve onu dinlemek üzere karşısına dizilir. Peygamberimiz sorar: “Ben size, ‘Şu vadinin arkasında size saldırmak isteyen süvari birlikleri var.’ desem bana inanır mısınız?” Hep bir ağızdan, “Evet, inanırız! Biz senin bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diye karşılık verirler. “O zaman,” der Peygamberimiz, “Ben sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum.”
Peygamberimize henüz risalet görevinin verilmediği günlerdi. Yemen’den Mekke’ye umre için gelen bir tüccar, âdet olduğu üzere pazarlık yaparak yanında getirdiği malları bir alıcıya sattı. Fakat alan kişi, malların parasını yapılan pazarlık üzerinden ödemek istemedi. Yemenli satıcı, parasını alamayınca bazı kabilelerin önde gelenlerine müracaat etti ve mağduriyetinin giderilmesini istedi. Ancak kendisine yardım eden olmadı. Bunun üzerine ertesi gün Ebû Kubeys tepesine çıkıp uğradığı haksızlığı dile getiren bir şiiri yüksek sesle okudu. Peygamberimizin amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib, bu durumdan rahatsız olmuştu. Şehrin en zengin, yaşlı ve etkili kabile reisi olan Abdullah b. Cüd’ân et-Teymî’yi bu işin çözümü için bir toplantı yapmaya ikna etti. Yapılan toplantıda uzun tartışmalardan sonra katılımcılar, benzer haksızlıkları önlemek için yemin ettiler. Ayrıca bu amaç doğrultusunda bir araya gelen gönüllülerden oluşacak bir grup kurmayı kararlaştırdılar. O sırada yirmi yaşında olan Hz. Muhammed (s.a.s) de bu gruba katıldı. Peygamber Efendimiz, “Hilfü’l-Fudûl” yani “Faziletlilerin Yemini” olarak bilinen bu antlaşmadan risaletten sonra da övgüyle söz ederdi. Mekke’de adaleti sağlamak için kurulan bu birlikteliği, kızıl tüylü deve sürüsüne bile değişmeyeceğini, tekrar çağrılsa yine tereddütsüz katılacağını söylerdi. Antlaşmanın temel ilkesi ise şuydu: “Allah’a and olsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü, ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz.”
Sayfa 5 - (M. Hamidullah, “Hilfü’l-Fudûl”, DIA, XVIII/31-32)Kitabı okudu
Reklam
“Siz, ümmetlerin sayısını yetmişe vardırdınız. Allah katında o ümmetlerin en hayırlısı ve en değerli olanı da sizsiniz.” (İbn Mâce, Zühd, 34)
Resim