Matbuat Alemindeki Hayatım 

İstiklal Mahkemesi Hatıraları

Tâhirü'l-Mevlevî
Yâre kul olmakla buldum devlet-i hürriyeti İhtiyarımla esâret geldi kendimden bana
Reklam
Başlar lemeân etmeğe bir neyyir-i irfân Her lahza ufülin gözedir şebpere-tab'ân³ ³Bir irfan güneşi parlamaya başladığında, yarasa mizaçlılar sürekli onun batmasını beklerler.
Araplarca bir mebde-i tarihî [tarih başlangıcı] olmamakla beraber sene-yi kameriyye on iki ay itibar edilir ve Muharrem sene başı olmak üzere şuhûr-i Arabiyenin [Arap aylarının] bildiğimiz isimleri zeban-zed bulunur [söylenir] idi. Bu on iki Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'den ibaret olan dördüne "Eşhür-i ayın Receb. haram" [haram aylar] derler ve onlar içinde cidal ve kıtali [savaş ve kan dökmeyi] fisk u fücur sayarlardı.
Olunca çâr-yârın feyz-i tebșiri dile varid "Hilal oldu muzaffer'" fethe bir tarih-i garrâdır.
Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim Hak'dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim
Reklam
Bîdâr idi çeşmin ki cihân nâra büründü Gök kubbenin âvîzeleri titredi söndü Alem agılhp sâha-i ümmidime döndü Tüller arasında güneşin vechi göründü Bakdım ona lakin seni sandım seni andım
Hz. Osman (r.a.) zamanında yazılan mushafa Mushaf-ı Osmanî, onun şekl-i imlâsında Resm-i Osmanî denildiğini biliyordum.
Feth-i İslâmbol'a nusret bulmadılar evvelûn Feth idüp Sultan Muhammed didi târih âhirûn
Belâ-yı aşk ile yanmış, yıkılmışsın yekser Nedir bu hâl-i harabin, vatan mısın a gönül!
Reklam
Bâkî: Nüshan maraz-ı aşka ilâç eylemedi hiç Ey şeyh-i kerâmet-furûş ez de suyun iç² ² Ey keramet satan şeyh! Yazdığın muska aşk hastalığına hiç fayda vermedi. (İyisi mi sen onu) ez de suyunu iç.
Vatan ki sevgisi her Müslümâna sine-âradır Onu hfz u hirâset mukteza-yı emr-i Mevlâdır,
Kelâmü'l-leyli yemhûhü'n-nehâr¹ ¹ Gündüz gecenin sözünü siler. Bu Arap atasözü muhtemelen gece sarhoşken verilen sözlerin gündüz geçersiz olduğunu bildirmek için söylenmiştir.
Hizmetî mîkun berâ-yı Girdigâr Ba kabul ü redd-i halkânet ce kâr ¹ ¹Hizmeti Allah rızası için yap. Halk kabul veya reddetmiş ne fark eder?
Refik Bey
Beraber bulunduğumuz her iki komisyonda da biraz mevki sahibi olanlara fevkalade tekâpuda [dalkavuklukta] bulunuyor, yüzüne karşı yerlere kapandığı bir adamın gıyabında ise yine başkalarına hulûs çakmak [yaltaklanma] emeliyle dedikodu yapar dururdu. Hüsnüahlâkına [karakterine] miyâr [ölçü] olabilecek bir sözünü nakl ile yetineceğim: Mevkûfen [tutuklu olarak] Ankara İstiklâl Mahkemesine sevk edildiğim esnada benim için ötekine berikine "Görürsünüz, onu mutlaka asarlar!” demiş olduğunu mevsukan işittim. Hâlbuki her iki komisyondaki refakatimiz esnasında kendisine hüsnümuamele etmekten hâlî [güzel davranmaktan geri] kalmamış, Satış Komisyonunda yapılan ilk tensikatta [memur azaltılmasında] alıkonulması için kelimât-ı tayyibe sarfından [güzel sözler söylemekten] geri durmamıştım. Bu kadar yetişir.
Resim