Sonra bir gün, bir tesadüf çıkarır bizi kayıtsızlığımızdan, sokağa atarız kendimizi, içinde koşuşturmak üzere dünyaya geri döneriz keskin, taze ve dinlenmiş duyularımızla.
yıldızların ötesinde mi yaşıyordu tanrı? bu adamın ıstırabını görüyor ve bu ona dokunmuyor muydu? ne oluyordu bu çelik mavisinin ardında? bir tiran mı yönetiyordu dünyayı ve adaletsizliği göğü kadar engin miydi?
dışarıda dünya genişliyordu sanki. ufak bir yarıktan gökyüzünün sadece küçücük bir parçasını görebiliyordu. ama bu kadarı bile sonsuzluğa dair net bir imge yaratmaya yetiyordu.
“Bir fetih yapacağımızdan emin olduğumuz vakit mutlu mesut yenik düştüğümüz o muzaffer pervasızlık…” işte çok iyi bir çeviriyle karşılaştık dediğim cümledir. Benim kanaatimce bu bir tutunamayanlar hikayesidir. Elbette son derece trajik başlar ve hazin sona erer. Bir ayağını savaşta kaybetmiş bir gazinin güvendiği sırtını dayadığı bir güç vardır inançla bağlandığı. Bu bağların nasıl koptuğunu okudumbu hüzünlü hikayede. Çeviriler de bir çiğlik olur muhakkak. Witgenstain’in da müdafaa ettiği gibi kendi paradigmasından çıkan bir metin bambaşka bir paradigmaya tüm incelikleriyle transfer edilemez. Bu muhakkak. Fakat demek ki böyle de sıcak bir aktarım mümkün olabiliyormuş. Okuduğum en iyi çeviriydi hatırımda kalan. (Anıl Alacaoğlu)
Bu kitap hayatın, sisteme sadık bir insanı bile nasıl tam tersi konuma yerleştirecek kadar adaletsizliklerle dolu olduğunun başarılı bir örneği olmuş.
Andreas Pum bacağını savaşta kaybetmiş bir gazidir. Bundan ötürü yakınmayı bırakın gurur duymakta ve halinden şikayetçi olanları “kafir” diye adlandırmaktadır. Savaş sonrası edindiği laterna çalma lisansı ile geçimini sağlarken bir gün çok saçma bir tartışmadan ötürü bu lisansını kaybederek hapse girer. Ve orada düzeni sorgulamaya başlayarak hayata bakışı değişir.
2023’ün bu son kitabının sonunda Andreas’ın isyanı hiç tahmin etmediğim bir yöne çevriliyor ve bana Saramago esintisi veren altı sayfalık son bölüm en beğendiğim yer oldu.