Tolstoy bu eserinde en çok şu sorular üzerinde duruyor: Ben neyim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum, dünyada vazifem nedir? Ne için yaşıyorum ve yaşıyoruz? Evet bu soruları kendine soruyor, cevabını bulamadığı an intihar etmek istiyor defalarca, hayat bir beladır diyor, para, mal mülk edinme, kariyer, şöhret... Bunlar yaşamın amacı asla olamaz diyor, ama ya bir gerçek varsa ve O bu gerçeği henüz bulamamış ise? Evet bir ümit devam ediyor yaşamaya ve aramaya. Inançsızlığın verdiği ıstırap onu dine yöneltiyor. Amaç din değil, Allah'ı arıyor kendi tabiri ile. Hristiyanlığı araştırıyor, ondaki çelişkiler diğer dinleri araştırmaya itiyor kendisini, Hristiyanlıkta karar kılıyor, ama ya çelişkiler? Bakıyor ki inançsız yaşamak mümkün değil, onları görmezden geliyor. Ortodoks, Katolik, Protestan gibi farklı mezheplerin birbiriyle sert sürtüşmeleri, bir insanın ilah yerine konması, günah çıkarma, ekmekle ve şarap içmenin etle kan içmeye benzetilmesi vs inanışlara rağmen inanca tutunuyor, ancak saçmalıklara daha fazla katlanamıyor ve gördüğü bir rüya ile kitabı bitirip, arayışına bir sonraki kitapta yer vereceğini söylüyor. Sorduğu sorular, inançları irdelemesi, huzuru arayışı hem dahice hem ıstırap dolu. Tolstoyun sorduğu soruları bence herkes kendine sormalı zira kitapta şark hikayesi diye alıntıladığı hikaye ki; insan, kuyuya düşmüş ama kuyunun ortasındaki dalı tutmuş bir adam gibidir. Kuyunun dibinde ejderha, başında ise aslan var. Kuyunun ortasındaki dalı tutan insan daldaki meyvelerle uğraşıyor. Halbuki dalı kemiren bir siyah( gece) bir de beyaz( gündüz) fare var. Tüm bunlara rağmen insan nasıl olur da meyve ile mutlu olmaya çalışır?