Ah Tolstoy, yaşamının son zamanlarında bile bu kadar sürükleyici, tüm duyguları yaşamamıza olanak veren, gerçekçi, düşündürücü ve akıcı bir hikayeyi nasıl yazabildin?
Üst makamlarda olan bir yargıcın varlıklı bir hayat, saygın insanlar ve kaliteli zamanlarının hastalığıyla beraber nasıl berbat bir hal aldığı ele alınıyor.Ölümü gittikçe yaklaşırken aksileşmeye, hayatı sorgulamaya ve herkesten uzaklaşmaya başlıyor.Çaresizce hastalığına sebep arıyor ama çözüm yolu bulunamıyor ve yavaş yavaş ölmeye başlıyor.Gün geçtikçe çöken yüzü ve vücudundan dolayı aynalara bakmaya utanıyor, kendinden tiksiniyor.Kalabalık aileye sahip olmasına rağmen uşakları hariç kimsenin onu anlayamadığını ve istediği acımayı ona göstermediğini düşünüyor.Artık dayanamıyor ve son günlerini koltuğa bağımlı geçirmek zorunda kalıyor.O çok güzel olan günleri artık boş, karanlık ve koltuğun kumaşına bakarak geçiyor ve ağrılar içinde bağırarak ölüyor.
Konu ne kadar iç karartıcı olsa da Tolstoy bize çok zarif ve etkileyici bir anlatım yapıyor.Hayattaki tüm her şeyin geçici olduğunu, sağlıktan önemli olmadığını vurguluyor.İnsanın ölüm karşısında ne kadar çaresiz olabileceğini, sürekli ölümden kaçabilme umudunu ve ne yaparsak yapalım o korkunç gerçekle yüzleşeceğimizi gösteriyor.
Kendimi hiç bu kadar ölüme yakın hissetmemiştim, gerçeği böylesine iyi kavrayamamıştım.
Ölümün inkarı ve çaresi yok.