Ölüm bir kuşun kanadında gibiydi burada. Ama ürkütsen de ürkütmesen de gelip bulacak, ne yaparsan yap.
Düşünme ölümü, hayatın hep düz ve bayağı olsun, yine de bir gün kapının eşiğinde sana baktığını göreceksin.
Genel olarak kötü durumların hep bizim başımıza geldiğini düşünürüz. Fakat ne İvan İlyiç ne de etrafındaki sahte insanlar böyle bir düşüncede değildi. "Ölen ben değilim, sensin!" denir. Fakat kendi ölümünü aklına getirmez hiç. Zamanında İvan İlyiç de bunu hiç aklına getirmedi. Odasına ölümle baş başa kalınca doğru, yanlış, iyi, kötü, sahtelik, samimiyet, en önemlisi ölümün kendisi ve gerçekliği aklının ulaşılamaz sandığı odaların kapısını çaldığında, her şeyin çok geç olduğunu anladı. Fiziksel acıları değildi, tamamen bu 'hakikatin' acısıydı onu kıvrandıran.
Hayatı boyunca üzerinde çokça uğraştığı dünyevi hırsının onu ne hallerde çekip kurtaramadığını anladı İvan İlyiç. Ölümle burun buruna olduktan sonra bir çok şey anlaşılır. Ölümü böyle özgün ve güçlü yapan da geri döndürülemez olmasıdır.
Sözün kısası ölüm İvan İlyiç'i buldu. Bir gün beni de bulacak. Peki 'sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildi' diyecek miyim ben de? Desem de demesem de her şey için çok geç olacak ya, neyse...