Kolombiyalı yazar Marquez her ne kadar öykülerinde kendi doğup büyüdüğü toprakları, Latin Amerika diyarlarını anlatsa da ben daima Türkiye ve Türk halkı ile benzerlikler bulurum onun cümlelerinde. Belki bunda çeviri kitap okuyor oluşumun da etkisi vardır fakat sosyolojik açıdan da değerlendirdiğimizde aslında iki ülkenin toplumu arasında o denli yakınlıklar var ki, insan çoğu zaman kendini sanki bir Anadolu romanı okuyormuş gibi hissediyor. İster cahillik, bağnazlık olarak değerlendirilsin; ister örf adet, kültür yönünden bakılsın. Sonuç aynı.
Bu kitaptaki "Aşkın Ötesinde Sürekli Ölüm" hikayesinde de bu duyguyu çok net hissettim. Koltuk sevdalısı bürokratlar, halkı sürekli yalanlarıyla yönetmeye çalışan siyasiler, din tüccarlığı yapan ruhani liderler ve batıl inançlarla zehirlenen bir halk.
Öykünün ilk sayfasında "Sabahleyin kampanya şenliğinin arabaları gelmişti. Daha sonra da, halka açık toplantılarda kalabalığı tamamlamak üzere köy köy dolaştırdıkları kiralık yerlileri taşıyan kamyonlar." Okuduğumuz üzere yazar burada bir siyasi seçim dönemini anlatıyor. Manzara ve olaylar ne tanıdık ama değil mi? :) İşin en acı tarafı da şu ki, Marquez bu öyküyü 1970 yılında yazıyor. Biz aynı hikayeyi 50 yıl sonra dahi bu topraklarda yaşıyoruz.