Güvenmek istiyordum ama güven öyle bir şeydi ki eğer kırılırsa beraberinde sizi de kırardı. Bu yüzden riske atmak tehlikeli geliyordu. Ya, diyordu insan, ya yaparsa? Ya giderse? Ya kırarsa?
Derler ki, dünyada belki de en güzel hastalık aşktır. Bu hastalığa yakalanmanızın iki türlü sebebi olabilir.
İlki; belki de çok zor bir durumda, ilaç niyetine bu zehirden içmektir. Sanki bu zehir sizi daha da kötüleştirmeyecekmiş gibi. Sonu gözükmeyen bir hastalığa yakalanmaya razı olmak gibi.
Bir diğer sebep ise aşkın gerçekten ilaç olduğunu düşünmektir.
Tabi ki bu zehrin ya da ilacın, siz nasıl tanımlamak isterseniz, bir yan etkisi vardı. Bu etkilerden biri insanı anında kör etmesi bir diğeri de başka bir şey düşünmez hale getirmesidir.
İşin kötü tarafı da nedir biliyor musunuz? Oldu da bu yan etkilere razı geldiniz ve devam ettiniz ama, şans ya, kötü bitti her şey. O zaman düzeltmeniz imkansızdır.
Aşkı tedavi eden bir ilaç yoktur.
Güneşi neden bu kadar severdi mesela çiçekler, neden baharı beklerdi açmak için? O kadar mı kötüydü beyaz örtünün toprağı örtmesi? İnsanın göremediği şeylerin aslında çok daha ayrı bir güzelliği vardı. Karanlık gibi mesela. Gündüzlere açılmayan geceler mesela. Ayrı bir şey vardı o gecelerde güneş ışığının aydınlatamadığı. Bastırırdı belki de insanların içindeki bir takım hisleri. Sonra sabah uyanınca yok olurdu o hissedilenler. Diğer insanların görebilmesi için fazla çıplaktırlar ve belki de bu yüzden gün ışığında kaybolurlar. Belki de sırf bu yüzden sabahı sevmeyen insanlarda eksi bir şey vardır.