Savanın, ormanın, bataklığın, bir kokular ağı olduğu ve başımız eğik, toprakla temasımızı yitirmeksizin ellerimizle burnumuzdan destek alıp yolu bularak koştuğumuz, anlamamız gereken her şeyi gözlerimizde önce burnumuzla anladığımız mamutun, kirpinin, soğanın, kuraklığın, yağmurun, her şeyden önce öteki kokulardan ayrılan birer koku olduğu, yiyeceğin, yiyecek olmayanın, bize ait şeylerin, düşmanın, mağaranın, tehlikenin önce burunla duyulduğu, her şeyin önce burunda olduğu, dünyanın burun olduğu, topluluktan olan bizlerin kimlerin topluluktan olup kimin olmadığını burnumuzla bildiğimiz, topluluktan kadınların topluluğa özgü bir kokularının olduğu, sonra her kadının onu öteki kadınlardan ayıran bir kokusunun bulunduğu, bizlerle onlar arasında ilk bakışta birimizi ötekinden ayırt edecek pek fazla bir şeyin olmadığı, hepimizin aynı biçimde yapılmış olduğu, zaten öyle durup bakacak ne var ki, kokunun, evet, birinin kokusunun farklı olduğu, kokunun sana hemen yanılgıya yer bırakmaksızın bilmen gereken şeyi söylediği, burnun aldığından daha keskin sözcüklerin de, daha kesin bilgilerin de olmadığı zamanlar bunu yapmıyor muydum acaba? Burnumla toplulukta öteki kadınlara benzemeyen benim açımdan, burnum açısından öteki kadınlar gibi olmayan bir kadın olduğunu fark ettim ve onun otlardaki izinin peşi sıra koşuyor, toplulukta benim, burnumun önümde koşan bütün kadınları burnumla keşfediyordum ...