Yer, Afganistan... Bu ülkede kadın olabilmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şey...
Okula gönderilmeyen, 8-9 gibi acı verici biçimde küçücük yaşta evlendirilmeye başlayan çileleri hiç bitmeyen kızlar... Sokakta tek başına yürüyemeyen, şiddete uğrayan ve ‘gözleri açılmasın’ diye televizyondan bile uzak tutulan kadınlar...
Dört eşe kucak açan kocalar, sadece kocalarından değil kumalarından ve kaynanalarından zulüm gören kadınlar...
Shekiba ve Rahima... Biri büyük büyük anne, diğeri torunun torunu... Aralarından geçen yaklaşık yüz yıla rağmen değişmeyen toplum yapısı ve değişmeyen çileli kaderleri... Ama onların bir farkı var; kendilerini tohum gibi toprağa gömüp tüm yaşadıklarını sabırla, dirayetle kucaklıyorlar ve nihayetinde topraktan filizleniyorlar... Büyük bir güç, kararlılık, cesaret timsali olarak kaderlerinin yönünü değiştiriyorlar...
Yüreğim sıkışarak, cahil insanlara lanet ederek okudum bu kitabı. Bir tarafta ilk Türk devletlerinden itibaren el üstünde tutulan Türk kadını, diğer tarafta 20.-21. yüzyılda hala bir değeri olmayan Afgan kadınları. İbn-i Haldun ‘Coğrafya kaderdir’ der. Yaşadığım coğrafyaya şükrederken düşünmeden edemiyorum; Afgan kadınlarının suçu ne..? Seçme imkânları olmayan bir coğrafyada dünyaya gelmek mi..? Tek cevap var: cehalet, cehalet, cehalet... İnsanın insana yaptığı zulmün örneği doğadaki en vahşi hayvanda bile yok...