İlk kez bir ata dokunuyordum, tüylerinin hiç ummadığım yumuşaklığı , iri bedeninden yayılan sıcaklık beni etkilemiş, sakinleştirmişti. Bir başka bedenle, dost bir canlıya temas etmek, ölüm korkusunun en iyi yatıştırıcısıdır.
Bugün artık biliyorum: Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı ilk fırsatta katlederiz. Sonra da ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.
Ben gerçekte fizikçi değildim, diplomalar , dereceler almış olsam da hiçbir zaman bir bilim adamı olamamıştım. Ne elmaları yere düşüren çekim yasası, ne de kozmoloji , Tony’nin korkunç yüzünün gerisindeki gizler kadar ilgilendiriyordu beni.
Son derece pahalı ve lüks bir restoran seçmişti. Böyle yerlerden, kapıya bir giyotin kurup, yediklerinden çok , yemeğe ödedikleri paradan tatmin olmuş, şımarık kelleleri kesmeyi düşleyecek denli nefret ederim.
Hamağında sisesta yapan Meksikalı bir çoban rehaveti içindeydim. Geç kaldığım , gündelik tartışma seansı yerine kendi ameliyatım bile olsaydı, telaşe kapılacak halim yoktu.
Biz daha kıyıya varmadan kesilecek, havlulara sarındığımızda yeniden başlayacak , koşarak odalarımıza girmeden önce de ansızın bitiverecek bir tropikal yağmurdu bu; kararsız , ama tutkulu bir aşık gibi kur yapan bir yağmur.
Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına , aynı karabüyü ayinlerindeki gibi , dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir.