Masumiyet’i seyrederken, siz de kendinizi o otel lobisinde bir koltukta yoksulluğun kekre kokulu, şefkatli kucağına yığılmış buluyorsunuz. O an bütün okulların, kurumların dışında kalmışlar, oy vermeyenler, sayımlarda sayılmayanlar, karanlık otel odalarının sakini mülksüzler, dükkanların vitrinleri önünde ezilenler, birbirlerine sarılırken gözleri dolanlar, yenilmek için dövüşenler, kendini sakınmayı bilmeyenler, kaderlerinin çizgisini acılı şarkılardan takip edenler, boyunlarında ipleri, avuçlarında jiletleriyle gezenler, dünyaya hiçbir yatırımı olmayanlardan biri oluveriyorsunuz. Ve alnınızda masumiyetin solgun yıldızı ışıyor.
İşin aslında bence gerçekten trajik yanı, Demirkubuz’un insan anlayışındaki “kötülük” kavramının aşılması, savaşılması değil, “kabullenilmesi” gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmasıdır.