Erkeğin ağzında "dişi" sıfatı bir hakaret gibi tınlar; oysa o kendi hayvanlığından utanç duymaz, tersine kendisi hakkında "Erkek!" dendiğinde bundan gurur duyar.
Bu incelemenin en çarpıcı sonucu da budur: Kadın, bütün memeli dişiler arasında en derinden yabancılaşmış olanı ve bu yabancılaşmayı en şiddetle reddedenidir; diğer memelilerde organizmanın üreme işlevinin boyunduruğu altına girmesi ne böylesine zorlayıcı bir nitelik taşır, ne de bu kadar güç kabul edilir. Ergenlik ve menopoz bunalımları, aylık "lanet", uzun ve çoğu kez zor geçen gebelik süreci, acılı ve bazen tehlikeli doğumlar, hastalıklar, kazalar insan dişisinin özellikleridir. Kendini birey olarak olumlayıp yazgısına ne kadar karşı çıkarsa, yazgısı o kadar çok üstüne çöküyor gibidir. Onu erkekle karşılaştırdırdığımızda erkek son derece ayrıcalıklı görünmektedir. Cinsel yaşamı kişisel varoluşuyla çelişmez; bir süreklilik içinde, bunalımsız ve genellikle kazasız geçer. Ortalama olarak kadınlar erkekler kadar uzun yaşar, ama çok daha sık hastalanırlar ve kendi üzerlerinde tasarruf haklarının olmadığı birçok dönemden geçerler.
Ataerkillik kadını doğduğu andan başlayarak hem zihin hem de beden olarak öyle bir eğitir, şekillendirir ki kadın aslında kendi durumunu, yani ondan beklenen içkinlikte ikamet etme ve kendi varlığını erkeğe ve çocuklarına adama durumunu bir zorlanma olarak yaşamayabilir. İnsanın içinde bulunduğu ezilme koşullarını doğal kabul etmesi veya eşitsizliği sorgulamaması, yani ezilende zorlanma bilincinin olmaması, zorlamanın olmadığını göstermez. Bu daha ziyade ezilmenin doğal bir şeymiş veya kadermiş gibi yaşandığının ve meşrulaştırılarak görünmez kılındığının bir göstergesi olabilir.