"Ozanı, ayakları yerdeyken, başı bulutlar arasında yiten, olağanüstü bir insan gibi gösteriyorsunuz. Elbette, küçük burjuva göreneğinin çerçevesi içinde son derece olağan bir görüntü. Gerçekle hiçbir ortak yönü olmayan, gizli bir isteğe dayanan bir kuruntu. Gerçekte ozan, toplumun orta kişisinden daha küçük, daha zayıftır. Bu yüzden yersel varlığın yükünü, öbür insanlardan daha yoğun, daha güçlü duyar. Türküsü, ozanın kendisi için çığlıktır ancak. Sanat, sanatçı için, acı çekmedir ancak; yeni acılar için rahatlamasını sağlar. Sanatçı, dev değildir; varlığının kafesi içinde, oldukça parlak tüylü bir kuştur ancak."
"... İlk gördüğümde bana öyle geldi ki, onu uzun mu uzun bir süre tanımam gerekecektir. Büyücüdür o."
"Ne bakımdan büyücü?"
"Bilmiyorum. Ama güçlü bir özgürlük duygusu uyandırabiliyor. Bunun için büyücü."
Ne zaman sinemaya gittiğimi söylesem, Franz Kafka hep şaşırmış gibi bakardı. Yüz anlatımındaki değişmeye şu sorumla tepkide bulundum: "Sinemadan hoşlanmaz mısınız?"
Kafka bir an düşündükten sonra karşılık verdi: "Doğrusunu isterseniz, bunu hiç düşünmedim. Gerçi yaman bir oyuncak. Ama ben katlanamıyorum, belki bende yaradılıştan "optik"lik var da ondan. Ben göz adamıyım. Oysa sinema, görüşü bozuyor. Devinmelerin hızı ve görüntülerin çabuk değişmesi, insanları sürekli olarak şöyle bir bakıp geçmeye zorluyor. Görüş, görüntülere egemen olamıyor, görüntüler görüşe egemen oluyorlar. Sel gibi doluşuyorlar bilince. Sinema, giyimsiz göze üniforma giydirmektir."