"sanki bütün yaptıkların, tüm erkek arkadaşlarınla yaptığınız her şey, size sunulmuş, yalnızca size özgü olan davranışlardı. Siz monoton yaşam sevmezdiniz, siz sıkıntı atmalıydınız, siz barlarda, meyhanelerde, iş dönüşü eğlenebilirdiniz. Aranıza eşleriniz asla karışmamalıydı. Başka kadınlar mutlaka olmalıydı ama onlar sizlerin kadını olmamalıydı. Sessiz, sakin, bu durum mutlak bir gerçekmiş gibi, sizi evlerde bekleyen kadınların ne düşündüğünü, ne yaşadığını hiçbir gün düşünmediniz. Onlar evde sizi bekliyorlardı, beklemeliydiler, beklediler. Buna isyan edebileceğini hiç düşünmedin mi? Kim olursa olsun seni evde bekleyen bir insanın varlığı seni hiç mi etkilemiyor? Erkeklikle ilgili birşey mi bu? Bir telefon etmek erkeklik gururunu mu zedeliyor? Saygı duymadığın, düşünmediğin, aldırmadığın bir insanla yaşamak nasıl bir duygu? Bunu bir kez daha yaparsan ve artık ben hiç aldırmayıp mışıl mışıl uyursam, bu güzel bir beraberlik mıdır sence?"
Yaşam, sürekli değişen, benzerlikleri olabilen ama yinelenmeyen bir tiyatro sahnesi. Baş oyuncu sensin ama yönetmeni de sen olmalısın. Alkış alabilirsen ne âlâ, alamazsan da boşver..
Evet saçlar beyazlaşıyor, o çizgiler oluşuyor, eller buruşuyor, ama içerdeki bir şeyler o ilk günlerdeki gibi kalabiliyordu. Ama insanların görebildiği tek şey de o çizgiler oluyor, karşısındakini o çizgilere göre değerlendiriyordu. İşte gerçek yalnızlık belki de burada başlıyordu.