Ah, çocukluğum benim, kendi gökyüzüm
Neden korkuyoruz göz göze gelince?
Oysa ölüm diye bir şey yoktu ki o eski bahçelerde
Yalınayak koştuğumuz,
Gece yarıları basılan köylerde!
Sonludan milyon kere büyüktük biz
Melekler vardı sadece, kanatlarınca sonsuz.
Bir de annem beslerdi her sabah ruhumun mayasını
Ekşimiş memelerinden
Ve toplardı her gece çocukluk yaralarımı
Yorgun bedenimden dökülen.
Ve korkma sakın derdi ninni niyetine:
Hiçbir yere gitmez melekler,
Sen düşlerinde düşerken.
"Sana yazılmış mecbur dizeler bunlar, adinla beraber anılan.
Dinlerken, bakışlarındaki yanılmış kederleri görüyorum.
O lotus gözlerde açılmış yanlış çiçekleri
Büyüdükçe büyüyor; eksiliyorum.
Ah, bilmez seni kimseler!
Keşkelerin biçtiği yarılmış balkon diplerine uzanırken.
Bir ben bilirim!
O kırılmış ve kanayan pürtelaş gecelerde
O ıslak, o tekinsiz ürpertiyle çınlayan gün ortası sersemliğinde kapanırken kutsal şehvetin, isyanım kendime...
Ah, yoklugun senin, vakitsiz acılara gebe!
Söyle: Ne kaldı şimdi bizden geriye?"
Büyük bir boşluk içinde yüzen kararsız dalgalardan ibaret olduğumuzu biliyorum. Gerisi artık kim yazdıysa, nasıl tasarladıysa ondan ibaret. Yani koskoca bir hikayeden.