O koca kumsalda, karanlıkta tek başıma olmak ürkütücüydü ama geriye baktığımda barakaların soluk ışıklarını ve kendi barakamın tanıdık gölgesini görebiliyordum, bu nedenle pek korkmadım.
Beş-altı yüz metre yürümüştüm ki, az ötede koyu renk bir cisim gördüm. Bu bir kaplumbağa mıydı? Yüreğim duracak gibi oldu. O şey her ne ise, yarısı suyun içinde, yarısı kumların üzerinde duruyordu. Ağır adımlarla yaklaştım, heyecandan nefesimi tutmuştum. Yoksa ilk deniz kaplumbağamı görmek üzere miydim? Yere çömelerek tıpkı bir komando gibi ilerledim, onu korkutmak istemiyordum. Derken yanıldığımı anladım, kaplumbağa sandığım şey, nehirden kopup buraya kadar gelen bir saz yığınından ibaretti. Nasıl bir düş kırıklığına uğradım, anlatamam. Artık gidip yatmaktan başka çarem kalmamıştı. Geri dönüp barakama doğru yürümeye başlamıştım ki, ansızın sağ tarafımda onu gördüm. Nasıl da gözümden kaçmıştı? Denizden on metre kadar içerde, koyu renk bir tümsek öylece duruyordu. Yüzükoyun kuma yattım ve varlığımla onu rahatsız etmeyeceğimi ümit ederek ona doğru emeklemeye başladım.
Yarı yarıya kumun içindeydi, küçük bir piknik masası boyutundaydı. Denize bana sırtını dönmüştü; bu sayede ona yaklaştığımı görmedi. Ağır ağır ilerledim, sonunda elimi uzatsam dokunacak kadar yakınındaydım. Soğuk kumlarda yüzükoyun yatmak epey rahatsız ediciydi. Yüzgeçleriyle kumu iki yana atarak yuvasını hazırladı, ardından iç geçirircesine derin bir soluk alıp verdi. Yer değiştirirken kabuğundan hafif bir çatırtı geldi.