Ayrı düşmüş insanlar için ülke bazen yalnızca bir türkü demekti, bazen buğusu üstünde sıcak bir yemek, bazen bir sokak görüntüsü, bazen de bir isim. Nereye giderse gitsin, ülkesini içinde taşırdı insan. Ülke düşüncelere sinerdi, davranış olur hiç beklemediğiniz bir anda kendini gösterirdi. İstersiniz ama kurtulamazdınız ondan, bir tat, bir dokunuş, bir ses, bir koku, bir görüntü olur aklınıza takılır, çekip götürürdü çocukluğunuzun, gençliğinizin geçtiği yerlere.
Artık ağzına içki koymuyor, farklı iklimlerde yetiştirilmiş bitkileri karıştırarak, değişik
tatta, değişik kokuda çaylar elde ederek içindeki derin huzursuzluğu bu enternasyonal içeceklerle gideriyordu.
Beklenmedik olaylar, başarı getiren hoş sürprizler dahi olsa, onda büyük tedirginliklere yol açardı. Dengesi bir anda bozulur, yaşarken kıymetini bilmediği o saydam dinginlik günlerce yerine gelmezdi.
Beklenmedik bir olay, hele de bu bir ölümse, ne kadar açık anlatılırsa anlatılsın, işitilmesiyle kavranması arasındaki sıradan bir habere göre daha uzun oluyordu.
Amaç, kuramı yaşamın hizmetine sunmak değil, ne pahasına olursa olsun inancın doğruluğunu kanıtlamak olunca, basit gerçeğin yalın sözcükleri yerine, basma kalıp olanın görkemli ama kof laflarını kullanmak kaçınılmaz oluyordu.
Bu cümleler Aspirin gibi her derde devaydı; gerektiğinde düşünme molası yerine geçer, gerektiğinde tartıştığınız insanları şaşırta bilirdi; verdiği entelektüel havada cabası. Marifet de birazda bu cümleleri kullanan kişinin oyunculuğundaydı.