Bir siyaset düşünürünün zihninde oluşabilecek en akla sığmaz düşünce, bir halkın elinde silahla yabancı bir halkın içine girmesinin kendi kanunlarının ve anayasasının benimsenmesi için yeterli olduğunu sanmaktır. Aklın gelişiminin yavaş olması şeylerin doğasındadır ve kimse silahlı misyonerleri sevmez; doğanın ve sağgörünün ilk dersi onları düşman olarak geri püskürtmektir. Özgürlük ancak teşvik edilebilir, asla işgalci bir güç tarafından yaratılamaz.
Schmitt ve Shulsky Sileni War (Sessiz Savaş) adlı kitaplarında """""istihbarat çalışmalarının amacının gerçek değil, zafer olduğuna açıklık getirirler.""""
Aslında, bu kâhinler için zafer gerçekle aynı kapıya çıkıyordu; tabii, sıradan bir gerçek değil, olgunun yanıltıcı aynasında gizlenmiş içrek gerçek.
Strauss her zaman felsefeyle uygulama arasında büyük bir boşluk olduğunun üzerinde durmuştur. Şöyle yazar: "Bir düşünür, bir çözümün kesinliği çözümün sorunsal niteliğine ilişkin farkındalığından daha güçlü olduğunda düşünür olmaktan çıkar."
Avrupa'da yirminci yüzyıl başlarında yaygın olarak görülen türden kendi kendini yetiştirmiş bir bohem olarak Hitler, Toplumsal Darwincilik kırıntılarının herkesçe anlaşılır bir Nietzsche versiyonuyla harmanlandığı yaygın bir dünya görüşünü benimsedi.
Özgürlüğün ihraç edilebilecek bir ülkü değil, belirli tarihsel koşullarda ortaya çıkan bir uygulama olduğu yolundaki temel anlayışı sağlamlığını korur. Bu ister yeni muhafazakâr, ister liberal olsun, misyonerce siyaset açısından ölümcül bir görüştür.