Birbirini hiç tanımayanların bir arada intiharı, Japonya’dan sonra Güney Kore ve Avustralya’da, son zamanlarda da Avrupa ülkelerinde rastlanır oldu. Bu kişiler birbirlerini, chat odalarında, forumlarda, MySpace bloglarında buluyorlar. Aralarında, niyetlerini, son dakikalarını videoya kaydedip, YouTube’a gönderenler var.
Aslında toplu intihar, yeni bir olgu değil. Örneğin, uyuşturucu bağımlısı Amerikalı vaiz Jim Jones, 1978 yılında, Brezilya ile Venezuela’ya komşu Guyana’da kurduğu Halkın Tapınağı tarikatının 913 müridini, aynı anda siyanür içmeye teşvik edebilmişti. İyi ki vaizin zamanında internet yokmuş. Olaydı, ölenlerin sayısı kim bilir kaça katlanırdı?
Bir türlü aradığı gibi bir eş bulamamaktan şikâyet eden Nannie Doss, 1920 ile 1954 arasında, dört kocasından da fare zehiriyle kurtulmakla kalmayıp, anasını, iki kız kardeşini, iki çocuğunu, bir torunu ile yeğenini öldürdü. Son kocasının ani ölümünden kuşkulanan bir hekim, otopsi yapılmasını istediğinde, arsenikle zehirlendiği anlaşıldı. Tahsil ettiği hayat sigortası tazminatlarıyla bir hayli zenginleşmiş olan tonton yüzlü anneanne tutuklandığında, diğer on cinayetini itiraf etmeseydi, onları da arsenikle zehirlediğinden kimsenin haberi olmayacaktı.
Anasını, on iki çocuğunu, üvey çocuklarının çoğunu, iki âşığını ve dört kocasını arsenikle zehirleyen İngiliz Mary Ann Cotton, 24 mart 1873’te asıldı. Cellat ipin uzunluğunu ayarlayamadığından ölümü biraz uzun sürdü.
“Karadul” deyince, Macar asıllı Vera Renczi’yi unutmak ne mümkün. Küçüklüğünden beri pek çapkın ve pek kıskanç olarak bilinen Vera, 1920 ile 1930 arasında yaşadığı Romanya’da, kendisini terk edeceği korkusuyla, birlikte olduğu her erkeğe, bu arada birkaç kocasına, arsenikli şarabından sundu. Son âşığı evli olmasaydı ve karısı o gece eve dönmeyen kocasının kiminle beraber olduğunu bilmeseydi, kim bilir daha kaç kişi ölürdü. Üstelik, bu işlerden yorulduğundan olsa gerek, Bükreş’teki evine gelen polislere şarap mahzenindeki içi çinko kaplı tabutları göstermeseydi, ne cinayetleri fark ettiği için susturduğu oğlunun, ne de öldürdüğü 35 erkeğin cesetleri bulunurdu.
"Bu kadının kalbi nerede?" diye sordu hayretle. "Bunu mumyalayan Mısırlı olamaz. Öyle olsaydı, kalbi yerinde bırakırdı. Onlar, insanın beyniyle değil, kalbiyle düşündüğüne inanırdı."