Başkalarını sevdiğimiz nispette sevilmeye layık oluruz. Bu da bizi huzurlu yapar, mesut eder. Herhalde saadetin baş şartı kendinden başkasını sevebilmek kabiliyetidir. İçimizdeki sevginin dışarıya projeksiyonu bizi de sevilecek kimselerden yapar. Başkasını sevmeyen aslında kendisini sevmiyor demektir.
"İki türlü beraberlik vardır: Bilgiden doğan beraberlik, bir de sevgiden doğan.
Hangisi daha muteberdir?
Sevgiden doğan beraberlik. Kalp nerede ise sen orada mutebersin."
Dostlukta sanki bir ruh ikiye bölünüp kendi yarımının karşısına geçiyor. Büyük insan ruhu, dostlukta bulunan ve dost arayan ruhtur. Hiç kimseyi sevmeyenlerin ruhunun varlığından şüphe edildiği gibi, herkesi aynı halde sevenlerin samimiyetinden şüphe edilir. Yalnız sevdiği varlıkta kendi yarımını arayanlar samimi ve büyük ruhlardır.
Ruhun asıl kurtarıcısı olan dostluğun, yaşla, kanla ve menfaatle ilgisi olamaz. Yaşları, ana-babaları, menfaatleri, vücutları ayrı olan iki varlığın dostlukta bir kalple yaşamaları nasıl izah edilir? Bunu, biyoloji ile sosyoloji ilimlerine başvurarak açıklamak imkânsızdır. Ruh dünyasının sonsuz sırları var. Bunlar bedenin ve cemiyetin kalıplarına girmiyorlar. Dostluk, şuur dışı denen ve ruhun derinliklerinden gelen bir müjde veya ilham gibidir. Neyi aradığını bilmediği halde “aradığımı buldum” diyen, karşısındaki insan ruhu üzerinde hiçbir tahlil, bir akıl yürütme yapmadan muradına ermişlik sevinci ile sarsılan ruhun zaferi dostluğa kavuşmaktır.