Bizim hayat dediğimiz şey, ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım: Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz.
Ve her geçen gün mezara daha fazla yaklaşmamız, beklemek ve umut etmenin belirtileriyle birlikte Yeniden-Zamana-Dönüşmek’ten başka ne ki - tıpkı, sobanın üzerindeki buzun cızırdayarak yeniden suya dönüşmesi gibi!