"Duramıyor, sokak penceresinden bakmak için dışarı, aralığa koşuyorsunuz. Gözleriniz yanıyor, boğazınız düğümleniyor. Yoldan birçok geçen oluyor. Hiçbiri sizinle ilişkili insanlar değil. Yol, arada bir boşalıyor. Uzakta bir bahçe duvarının üstünden taşmış dalların sallantısıyla güz yaprakları uçuşuyor yönünüze doğru. Sarı, yeşil, kızılımsı kelebekler... Yelin, şapkalarını, yeldeğirmenlerini, eteklerini, kiminin şemsiyelerini savurmaması için devinerek koşuşturan insanlar görüyorsunuz. Kalbiniz çırpınıyor. Bir kan, bir ateş dalgası... Yanıldığınızı anlıyorsunuz. Soğuk rüzgarlar esiyor. Hava iyice kapanmış. İlk yağmur damlaları camlara, oradan tüm soğukluğuyla içinize sıçrıyor. Artık, zamanı bir kavram gibi değil, maddesel bir varlık olarak kaskatı, yumulmuş- yürümeyi unutmuş gibi çirkin hayvan- buluyorsunuz. "Bu yağmurda gelir mi?" Ancak ölü kelebekler uçuşur yelle birlikte."