Sevişmediğimiz zamanlarda Frank benimle hava atmaya bayılıyordu. Sanki kasaba fuarında büyük
ödülü kazanmış biri gibi davranıyordu. Yolda yürürken beni öpüyor, mağazalarda göğsümü okşuyor,
restoranlarda masanın altından çok daha fazlasını yapıyordu. Sıcak bir öğleden sonra Frank’le
Greenwich Village’da dolaşıyorduk. Üzerimde beyaz bir Fruit of the Loom erkek yeleği ve baldır
hizasında kesmiş olduğum kot pantolonum vardı. Evlerden birinin önündeki merdivenlere oturup
öpüşmeye başladık. Frank’in elleri yeleğimin altına kayarak sütyenimi çözmeye başladı. Tişörtümün
altından sütyenimi çıkarmadan önce sertleşmiş göğüs uçlarımı okşadı. “Hadi otele dönelim,” dedim.
Teşhirci, mazoşist, tam bir zırdeliydi. Ama yatakta muhteşemdi.
“Tişörtünün içi görünüyor,” dedi. Yoldan geçenlerin sertleşmiş göğüs uçlarımı görebilecek olması
onu tahrik etmişti. Okyanusun diğer tarafında evimden çok uzakta olduğum fikri beni rahatlatıyordu
ama Frank’in nasıl olup da bu kadar rahat davranabildiğine, tanıdık birileriyle karşılaşmaktan
korkmamasına şaşırıyordum.
David'in gözlerinin içine baktım ve "beni öpmek istemiyor musun? dedim. Ardından cevap vermesine fırsat vermeden onu öpmeye başladım. Unutulmaz bir öpücük olmalıydı, öyle sıradan yanağa kondurulan bir öpücük değildi.
“Korkarım bana göre değil,” dedim.
“Ben sürekliliği olan bir ilişki arıyorum, mesela her cumartesi gibi,” dedim.
“Telefon seksine ne dersin?” diye sordu.
Ona telefon seksi istemediğimi söyledim. “Daha yeni beş bin kilometre uzaktaki sevgilimden ayrıldım ve emin ol istemediğim kadar çok telefon seksi yaptım.
Artık gerçek seks istiyorum.”