Faruk Duman'ın "Baykuş Virane Sever" adlı son hikâye kitabını okuduktan sonra neredeyse bütün eserlerini aldım. Romanlarından başlayayım dedim, ama sonra hikâyelerine döndüm. "Keder Atlısı" çok beğenilmiş, hatta ödül almış bir eser olarak başlamak için iyiydi. Okuyabildiğim hikâyelerinde yazarın son eserine kıyasla dilinin daha sade olduğunu düşündüm, bunu son eserinde cümleleri yarıda keserek kurduğu üslûbunu düşünerek söylüyorum. Keder Atlısı'nda da aynen Baykuş Virane Sever'de olduğu gibi hikâyelerin birbirinin devamı olup olmadığı tam anlaşılmıyor. Daha doğrusu bunu benim takip edemediğimi söylemem gerek. Okuduğum şeyin bana lezzet verdiğini, okumaktan keyif aldığımı, bunun bana estetik geldiğini görüyor, anlıyor; ama imgeleri takip edip yazarın gerçekte ne'den bahsettiğini, kurduğu dünyada neyin ne olduğunu anlayamıyorum; yalnızca ormanın, ağaçların, hayvanların ve iç seslerin iç içe girdiği, birbirini örttüğü bir dünya burası; isimler, varlıklar bazen kendileriler, bazense kendileri olmayan ve bence yazarın bildiği şeylere işaret ediyorlar. Muhakkak ki Faruk Duman'ın eserleri birden fazla okunmayı hak ediyor. Acaba yazarlar böylesine sislerin arasına karışmış, imgelerin büyüyüp büyüyüp herşeyi kapladığı eserlerinde bizlerden bu imgeleri açıklığa kavuşturmamızı mı istiyor, yoksa anlayamasak bile bu akışın keyfini alıp olabildiğince dahil olabilmemizi mi? Yoksa kendimizce anlamlar, dünyalar mı yaratabilelim istiyorlar?
Faruk Duman'ın hikâyeleri bana bunları düşündürdü işte. Diğer kitaplarını, yavaş yavaş, belki daha dikkatle, zaman içerisinde okumayı düşünüyorum.