Akhtar (2000) psişik acı kavramını şu şekilde özetler: "Sözsüz bir özlem, kendilikte yırtılma ve psişik çaresizlik duygusu ... muğlak ve başkalarına aktarılması çok zor. Genellikle önemli bir nesnenin kaybını ya da o nesnenin kişinin anaklitik (destek temelli) gereksinimlerini ansızın reddetmesinin ardından ortaya çıkar"
...tarih asla tam anlamıyla geride kalmaz. Yani geçmiş asla ölmez; asla yok olmamak üzere zihinde yaşar.
Turner (1938) geçmişle bugünün iç içe geçmiş doğasını uzdille tanımlar ve bugünü işlenmemiş gelecek ve geçmişi de işlenmemiş bugün olarak görür.
Kapsayıcı bir nesneyle özdeşleşmek için hiçbir fırsatı olmamış olan çocuklar, kusurlu bir kendilik bütünleşmesinden ve içsel ve dışsal alanlar arasında sağlıklı ayrım yapamamaktan mustariptirler.
Patoloji, ego ile dış dünya arasındaki sınır çizgilerinin belirsiz olduğu ya da gerçekten yanlış çizilmiş olduğu çok sayıda durumla bizi tanıştırmıştır. Kişinin kendi bedeninin, hatta kendi zihinsel yaşamının bazı kısımlarının - algıları, düşünceleri ve duygularının - kendisine yabancı, egosuna ait olmayan şeyler olarak yaşantıladığı durumlar vardır... Demek ki, kendi egomuzun duyguları bile bozukluklara maruz kalabilir ve egonun sınırları sabit değildir.
Yas tutmak gereklidir, çünkü gerçekçi yararlılıklarını kaybetmiş bağları ve tutumları bırakmamıza izin verir, bu sayede büyümeyi ve gelişmeyi kolaylaştırır.