Yaşadığım şeye bir anlam verebilmek için pek çok yol denedim. En çok işe yarayan, akıldan silme yöntemi oldu. Hiç olmamış gibi davranmak.
Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmadı.
Sonunda bir gün, gerçekten olmayana dek...
Her şeyi hatırlayabiliyorsaniz, yanlış bir şeyler var demektir.
"Niye ağlıyorsun Nikki?" demişti anneannem. “Nükleer santral patlarsa hepimiz moleküllerimize ayrılacağız. Bütün insan ırkı evren de bir osuruk gibidir. Puff, bir buradayız, puff, bir bakmışsın yokuz."
Dilimizde yapayalnız kadar güzel bir sözcük yoktur. Nonna'nın yapayalnız olma konusundaki anlayışı ne depresyon gibi bir hastalık ne de eğlenceli ziyaretçilerle gelip giden bir ruh haliydi. Yapayalnız olma halini hiçbir arkadaşın, sevgilinin, hatta onuruma parti duzenlemiş onlarca kişinin bile yerleştiği bedenden koparamayacağını büyüdükçe öğrenecektim. Gittiğim her yere benimle birlikte gelen, tabanlarıma dikilmiş bir gölge gibiydi. Ölüm gibi amansız, karanlık ve sihirli bir şey. Tüm dünya bu tek sözcüğün içine sığabilirdi ve o zamanlar bu bana yeterdi.