Ve Juna, ölü adama baktı. Sonra gene Will'e baktı ve hüzünle başını iki yana salladı.
"Hayır, açıklayamam." dedi. "Çok gençsin. Senin için bir anlam ifade etmez. Onu seviyordum. Hepsi bu. Bu yeterli."
Eli ayağı tutmaz olmuş yetişkinlerin oldukları yerde kalmaları gerekiyordu ama küçük çocukların artık onlara cevap vermeyen bir anneye sıkı sıkı sarılması ya da hiçbir şey söylemeyen, hiçbir şeye bakan ve gözlerinde hiçbir şey olan bir babanın kolunun yenini çekiştirmesi acı veriyordu. Daha küçük çocuklar, niye anneleriyle babalarından ayrılmaları gerektiğini anlamıyorlardı. Aralarından bir kısmı ebeveynlerini çoktan kaybetmiş ve bunları daha önceden görmüş olan büyücek çocuklar ise sadece üzüntülü görünüyor, hiçbir şey söylemiyorlardı. Serafina nehre düşen ve babasına seslenerek Serafina'nın omzundan geriye, hâlâ kayıtsız bir şekilde suda duran sessiz şekle uzanan küçük oğlanı yerden aldı. Çıplak teninde gözyaşları hissetti.
"Bir cadı sana aşkını sunuyorsa eğer, kabul etmelisin. Etmezsen ve başına kötü şeyler gelirse, kabahat senin demektir. Bir tercih yapar gibi: Lütuf ya da lanet. Yapamayacağın tek şey ikisini de seçmemek."
Sadece bir an tuhaf geldi, bir fareyle konuşmak. Sonra telelonla konuşmaktan tuhaf olmayan bir hal aldı çünkü aslında Lyra ile konuşuyordu. Ama fare gerçekten ayrıydı, ifadesinde Lyra'dan bir şey vardı ama başka bir şey de vardı.
"Eh..." diye bitirdi ihtiyar, ellerini iki yana açarak, "tek yapabileceğim bıçağı sana vermek ve nasıl kullanacağını göstermekti ki yaptım, bir de sana çürümeden önce Lonca'nın buna ilişkin kurallarının neler olduğunu söylemekti. Önce, kapamaksızın asla açma. İkinci olarak, asla başkasının bıçağı kullanmasına izin verme. Sadece senindir. Üçüncü olarak, onu asla adi bir amaç için kullanma. Dördüncüsü de, bunu bir sır olarak sakla. Eğer başka kurallar var idiyse, onları unuttum, unuttumsa da önemleri olmadığı içindir. Bıçak sende. Taşıyıcı sensin. Çocuk olmaman gerekirdi. Ama dünyamız parçalanıp gidiyor ve taşıyıcının işareti insanı yanıltmaz. Adını bile bilmiyorum. Şimdi gidin. Çok kısa zamanda öleceğim çünkü nerede zehirli ilaç olduğunu biliyorum ve Heyulaların gelmesini beklemeye niyetim yok, ki bıçak gider gitmez geleceklerdir. Git."
"Ama Bay Paradisi-" diye başladı Lyra.
Adam başını iki yana sallayıp devam etti. "Vakit yok. Buraya bir amaçla geldiniz ve bu amacın ne olduğunu bilmeseniz de, sizi buraya getiren melekler biliyor. Gidin. Cesursun, arkadaşın da akıllı. Ve bıçak sizde. Gidin."
"Kendinizi sahiden zehirlemeyeceksiniz, değil mi?" dedi Lyra, dertli dertli.
"Gel hadi," dedi Will.
"Peki, meleklerden ne kastettiniz?" diye devam etti Lyra.
Will kolunu çekti.
"Gel hadi," dedi gene. "Gitmemiz gerek. Teşekkürler Bay Paradisi."
Kan lekeli, tozlu sağ elini uzattı, adam onu hafifçe sıktı. Lyra'nın elini de sıktı ve Pantalaimon'a başıyla selam verdi, o da selamı kabul ettiğini ermin başını eğerek gösterdi.
...
Dr. Malone yüzünü ovaladı, yanakları daha da kızardı.
"Bu konudaki her şey utanç verici," dedi. "Sen bir bilimsel laboratuvarda iyi ve kötüden söz etmenin ne kadar utanç verici olduğunu biliyor musun? Hiçbir fikrin var mı? Benim bilgin olmamın nedenlerinden biri de, böyle şeyleri düşünmek zorunda kalmamaktı."
"Düşünmelisiniz," dedi Lyra haşin haşin. "Gölgeleri, Toz'u, her neyse onu, böyle şeyleri, iyiyi kötüyü falan, düşünmeden araştıramazsınız. Onun dediğine göre, bunu yapmanız gerekiyor, unutmayın. Reddedemezsiniz."