Emile Zola yazar olarak kalemini sevdiğim bir yazar, olaylara bakış açısı, duyguları derin bir şekilde hissettirmesi, okuyucuya bütün çıplaklığıyla karakterleri ve onların duygularını geçirmesi benim yazara ait sevdiğim özelliklerden. Yazarın kuvvetli gözlem yeteneği, farklı seviyelerden insanları yazılarına aktarırkenki samimiyeti ve başarısı bana göre okuru etkileyen bir diğer etmen aynı zamanda.
Kısa klasikler serisinin bu kitabında Emile Zola “ölüm” kavramının farklı toplumsal konumlardaki insanların yaşadıkları farklı farklı şekillerini anlatıyor bizlere; kimileri kaybedilenin acısını bile yaşamadan hiçbir şey yokmuş gibi hayatına devam ederken, kimileri kendi payına düşen mirasın kavgasına düşmekten ölüm döşeğindeki annesinin derdini bile umursamaz olmuştur. Her kavramda olduğu gibi ölüm acısı da herkeste başka başka şekillerde yaşanmaktadır ve maddiyatın bunu yaşamadaki etkisini de yazarın öykülerine yansıtmasından da anlıyoruz ki; paran varsa ölüm acısını bile layıkıyla yaşayabiliyorsun, güzel, şaşalı bir cenaze töreni ve asil bir mezarlıkta gömülebiliyorsun en azından, yoksa eğer adam akıllı bir cenaze bile yapamadan yoksul mezarlığının bir köşesini boylamakta başka bir kader beklemiyor seni, ne acı bir gerçek bu, maalesef.
Bir solukta okunabilecek, akıcı ve verdiği etki bakımından da güçlü bir eser. Tavsiye ederim.