Kendi topraklarında yurtsuz kalan bir kadın, tekinsiz Rio sokaklarında şehrin tüm varlığını yutmasına, mevcudiyetini sömürmesine izin veriyor, korktuğu şeyi kovalamaktan hiç vazgeçmiyor.
Roman, temel bir çatı altında sayıklamaya benzeyen başka bir roman yazma sürecini işliyor.
Kentin belleği şaşmıyor, her seferinde kendini doğruluyor, değişmiyor. Buna direnmek yerine tüm varlığını teslim eden, bırakan kahraman tüm imkânlarına rağmen vazgeçmiyor.
Özgür, kendini yıkmak üzere yola çıkmış bir kadın, sonunda yine kendi boşluğuna kendisinin anlam katabileceğini görüyor. “Uzaklara gitme, gerçeklik senin içindedir.” Nerede olursan ol, tam içinde, merkezinde.
Şehrin zamanla yuttuğu, kendine benzettiği bireylerin; zamanla ona bürünmesini, o olmasını çok çarpıcı bir şekilde ele alıyor yazar. Şehrin sesi kendi sesine karışan, şehrin insanının doğru düzgün tebessüme benzemeyen yarım sırıtışını istemsizce yüzüne yerleştiren bu kadın, neden çabalıyor?
Sevdiğim bölümlerden biri de ünlü bir ressam iken sessiz bir meczuba dönüşen ‘deliyle’ karşılaşması oldu. Merak ediyor kadın, neden artık konuşmadığını değil de bir zamanlar neden konuştuğunu.
İçinde bunun gibi pek çok sorgulamanın yer aldığı felsefi bir sürgün ve dahi iç sürgün romanı. Ve düşünüyorum, yazarın hayatını iyi biliyorum, bunu bilmek romanı onun ‘sürgününden’ bağımsız okumama engel oldu, Özgür ne kadar Aslı Erdoğan?
Çok beğendim!