Bu kitaba 3 yıl kadar önce başlayıp çevirinin yetersizliğinin neden olduğu anlam karmaşaları ve cümle düşüklüklerinden dolayı bırakmıştım. Güzel bir çevirisini bulunca da tekrar başladım.
''Paul Vence'nin hakkı var: kitaplarda en çok kendimizi buluruz, demişti.''
Kitabı öncelikle kendimden bir şeyler bulduğum için sevdim, sonrasındaysa betimlemeleri ve iki aşığın diyalogları için. Çünkü bir hikaye bile yazmaya çalışırken en çok diyaloglarda zorlanırım, sanki her karakter aslında tek bir karaktermişlercesine konuşur. Bu kitaptaysa diyaloglar tam olması gereken gibi ve etkileyici. Kitapta ayrıca aşk üzerine, hayat üzerine, kıskançlık üzerine yapılmış çok doğru tespitler var.
Beni sıkan kısımlarına gelirsek: karakterlerin; o dönem belki ünlü olsa da şu an adını sanını duymadığımız heykeltıraşlar, ressam, siyasetçiler, şairler üzerinden uzun uzun sohbetlere girişmeleriydi özellikle kitabın başları çoğunlukla bundan oluşuyor.
Ama kitaptaki aşk çok ince bir aşktı, çünkü bir sanatçının aşkıydı. Onun sevdiği kadındaki dikkat ettiği ayrıntılar beni kalbimden vurmuştu. Bir kadını yürüyüşünden tanımak nedir ya.. :)
<<Onu daha uzaktan, vücut çizgilerinin, yürüyüşünün kendine özgü ahenginden tanımış. '' Güzel kımıldanışlar gözler için müziktir.'' diyordu.>>
Kitap Fransa, Paris ve İtalya'nın Floransa şehrinde geçiyor. Adını da Floransa'nın sembolü olan kırmızı zambaktan alıyor.
Dönem ve aşk romanlarını, yani klasikleri seviyorsanız, güzel de bir çevirisini bulursanız okuyun derim.