Vahdettin mutlaka imzalamak zorundaydı diye bir iddia olamaz sanıyorum. Birtakım şeyleri göze alıp imzalamayabilir, hatta cihat ilan edebilirdi. "Göze alınacak" muameleler arasında sarayından alınıp Napolyon gibi uzak bir İngiliz adasına sürgün edilmek de vardı. O, bunları göze alamadı. Atatürk ve arkadaşları ya da TBMM ise, yine birtakım şeyleri göze alarak, mücadele bayrağını açtılar. Bursa Yunan eline geçtiğinde, TBMM kürsüsünün üzerine siyah bir örtü örtüldü ve Bursa kurtuluncaya kadar onun orada kalması kararlaştırıldı. Sevr'i kabul edenlerin hain oldukları duyuruldu. Bu karar sayesinde Sevr tarihin "çöp tenekesi"ne ya da "derin dondurucu"suna kaldırılabildi.
Kimi aydınların, Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti'nin, artık esas itibariyle Türk ve Araplardan oluştuğuna bakarak, Avusturya - Macaristan modelinde olduğu gibi, bir Türk - Arap imparatorluğu haline getirilmesini düşündükleri anlaşılıyor.
Türkiye’de parti önderleri her düzey seçimde genellikle dilediklerini aday gösterebildikleri için son derecede güçlüdürler. Aynı biçimde seçmenler partiden çok, öndere oy vermek eğilimindedirler.
Komünisttir diye, Rusya’ya kaçtı diye Türkiye’nin en büyük şairlerinden birinin, Nâzım Hikmet’in şiirleri uzun yıllar tümüyle ortadan kalktı. Bu şiirlerin evinde bulunduğunu söylemeye kimse cesaret edemezdi. Hâlâ okul kitaplarına dönebilmiş değildir Nâzım Hikmet.
Niyazi Berkes, Ziya Gökalp'in bir sözü üzerinde duruyor. Gökalp devşirme çocukların yüksek yönetici olmak için devam ettikleri Top kapi Sarayı'ndaki Enderun Mektebi’yle medreseleri, karşılaştırırken, birincisinin Türk olmayanı alıp Türk yaptığını, ikincisinin Türk'ü alıp Türk olmayan (Arap) haline getirdiğine işaret ediyor. Gerçekten de yönetim ve Enderun Mektebi'nde dil Türkçe iken, ilim ve medrese dili Arapçaydi. Bizim bakımımızdan gariplikler bununla bitmiyor. Dine dayali olduğunu ilan eden bir ülkede cedbeced Müslüman olanlar askerlik ve yönetim işlerine karıştırılmiyorlar, fakat Hiristiyan olan bir ailenin çocugu o ülkenin yazgisinı yönetiyordu.