Ne kadar çok kitap okursam, ne kadar büyük kültler bitirirsem bitireyim kendimi Stefan Zweig'ın kısacık bir eserinde kendimden geçerken buluyorum. Duyguları o kadar yoğun işliyor ki. Her şeyin bu kadar güzel kelimeye döküldüğü nadir eserlerden biri yine. Amaçsız bir hayatın insanı buhrandan başka bir şeye sürüklemeyeceği gerçeğini nasıl da insanın yüzüne vuruyor. Her dönem gençliğin, gençlik ateşiyle kendi kendini nasıl bir sıkıntıya sürüklediğini, ruh hallerini, duygu ve düşüncelerini o kadar ince ince anlatmış ki. Kabul görme isteğini ve varlığını ispatlamak adına girişimlerini, nasıl batağa saplandığını kıl fırça ile resim çizer gibi Viyana'ya üniversiteye giden bir öğrenci üzerinden tek tek anlatmış. Özellikle kitabın başında ilk defa gurbete çıkışı, o duygusal doluluğu, kimseye yansıtmadan gözyaşını kendi içine akıtmaları öyle tanıdık ki. Yeni odasının kendine ne denli yabancı olduğunu, bazen delilercesine çalışıp bazen başka duyguların peşinde koşturmaları..